Thursday, February 28, 2008

Kişisel Gelişim Nedir?

Paulo Coelho’nun kitaplarından birinde şöyle bir atasözü geçer. “İyi huylu küçük keçi hiçbir zaman melemez.” Sizi bilmem ama ben daha melemeyen, sessiz, sakin, küçük bir keçiye denk gelemedim. Bugüne kadar gördüklerimin tamamı pek gevezeydi.

Ancak büyük üstadın bu sözü kullanarak anlatmaya çalıştığı bu değildi zannederim.
Sempatik bir cümle olması, birazda minik çocukları hatırlatması nedeniyle hiç aklımdan çıkmadı ve bana devamlı ağlayıp şikâyet eden insanların haklılıklarının aslında hep sorgulanması gerektiğini düşündürdü.

Doğaldır ki, her insanın varmak istediği hedefler, gitmek istediği bir yol, bu yolda karşılaştığı büyük küçük problemler, yaşadığı mutsuzluklar vardır.

Tüm bunların ise ağlaya, sızlaya vakit kaybedilerek halledilemeyeceği açık.

O halde ne yapmalı?

Küçücük bir çocuk gibi sızlanıp, şikâyet edeceğimize, durumumuzu gözden geçirip, neredeyiz, nereye varmak istiyoruz ve varmak istediğimiz yere ulaşmak için nelere ihtiyacımız var diye hayatımızı gözden geçirmemiz gerekir.

İşte kişisel gelişim ve ruhsal gelişim tam da bu noktada devreye girer. Birisi hayatta varmak istediğimiz hedeflerin sınırlarını zorlamamız için bize gereken güven ve desteği verir, kendimizi daha yakından tanımamıza, diğeri de ruhsal anlamda bilincimizi daha üst seviyelere taşımamıza yardımcı olur, iki konu birbirinin tamamlayıcısıdır.

O halde gelin, bugüne kadar yaptıklarınızı bir kenara bırakın ve bundan sonra neler yapacağınıza şöyle bir bakın. Yaşadıklarınızın yanlış olduğunu düşünmeden, hatalarınız altında ezilmeden, hepsini yaşanmış olması gereken ve size en azından bundan böyle ne yapmamanız gerektiğini hatırlatacak birer deneyim olarak kabul edip kendi tarihinizde kendiniz bir milat yaratın.

Unutmayın bunu ancak siz yapabilirsiniz, sizin yerinize bir başkası değil. Çünkü belki de artık sizin yol göstermeniz gereken sevgili minikleriniz var…

Kaynak: CetinOzbey.Com

Friday, February 22, 2008

5 adımda gece makyajı

Siz sakin sakin evde otururken arkadaşlarınız aradı ve bir partiye davetli olduğunuzu söyledi. Panik yapmanıza hiç gerek yok, bu adımları izleyin ve 10 dakika içinde partiye hazır olun! Kapatıcı ve fondöten İlk olarak yüzünze kapatıcı ve fondöten sürerek işe başlayın. Kusurlarınızı kapatmak ve cildinize daha canlı bir görünüm vermek için, ten renginizden çok az daha koyu bir fondöten seçebilirsiniz. Sıra gözlerde Makyaj yapmak için pek fazla vaktiniz yoksa, yapılacak en iyi şey dikkati gözlerde toplamaktır. Bunu basitçe yapmak için ilk olarak göz çevrenize ten renginizden biraz daha açık bir kapatıcı sürün. Gözlerinizi belirginleşmek için tercihinize göre bir eyeliner ya da göz kalemi kullanabilirsiniz. Kirpiklerinizin dibine göz kaleminizi sürdükten sonra rimelle göz

makyajınızı tamamlayın.
Allığı unutmayın!

Yüzünüze biraz renk katmak sizi daha güzel gösterecektir. Canlı bir görünüm için bronz renkler yerine kırmızı ve pembe tonlarında allıkları tercih edebilirsiniz. Allığı elmacık kemiklerinizden başlayarak yukarı doğru sürün.

Sempatik bir görünüm elde etmek istiyorsanız, allığınızı yumuşak fırça darbeleriyle
dairesel olarak sürebilirsiniz.
Rujsuz olmaz!

Bir gece makyajını rujsuz düşünemeyiz. Ruj makyajın tamalayıcı öğelerinden biridir. Gece dışarı çıkacaksanız koyu renkleri tercih etmenizde bir sakınca yok, fakat gündüz için makyaj yapıyorsanız tercihinizi açık renklerden ya da parlatıcılardan yana kullanın…

Sıra son adımda…

Artık dışarı çıkmaya hazırsınız. En güzel giyisinizi giyin ve saçlarınızı toplayın. Fakat en sevdiğiniz parfümü sürmeyi sakın unutmayın. Mis gibi kokmak güzelliğin önemli bir unsurudur.

Erkekler Cinsel sorunlarınızı paylaşın

Erkeklerin sertleşme güçlüğü, erken boşalma gibi cinsel sorunlarını gizlememeleri gerektiğini belirten uzmanlar, ''etkili tedavilerle üstesinden gelinebilir'' diyor. Üroloji kliniklerine en sık başvuru nedenini erken boşalma, sertleşme ve cinsel istek eksikliği oluşturuyor. Anadolu Sağlık Merkezi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, erkeklerdeki cinsel sorunları ve neler yapılabileceğini anlatıyor. İnmemiş testis problemi: Yenidoğan döneminde doğumsal anomalilerin saptanabilmesi için genital muayenenin önemini vurgulayan Prof. Dr. Tarcan, 'Bunların

başında da yenidoğan erkek çocukların yüzde 3-4'ünde görülen inmemiş testis geliyor. İnmemiş testisin iki tane önemli komplikasyonu, artmış testis kanseri riski ve kısırlıktır. İnmemiş testisin mutlaka 1 yaşına kadar tedavi edilmesi gerekir. Tedavisi cerrahidir' diyor.

CERRAHİDE BAŞARI
Varikosel:
Testisin toplardamarlarının variköz genişlemesi anlamına gelen 'varikosel', genelde 10-15 yaşları arasında ortaya çıkar. Tanı bazen bu durumun aile veya hastanın kendisi tarafından fark edilip uzmana başvurması ile ancak çoğu zaman da kısırlık gibi komplikasyonları ortaya çıktıktan sonra yapılan ürolojik araştırmada gerçekleşir. Testiküler varikosel normal populasyonda yüzde 15 oranında görülürken kısırlık problemi yaşayan erkeklerin yarısında görülür. Varikosel sperm hücresinin sayısını, hareketini ve şeklini olumsuz yönde etkiler. Varikosel erken saptanıp ameliyat edildiğinde başarı oranları çok yüksektir.

İLAÇLARIN ETKİSİ
Sertleşme kaybı:
Sertleşme kaybı, cinsel ilişki için yeterli ve gerekli sertleşmeyi sağlayamama veya sürdürememe durumu olarak tanımlanıyor. 40-50 yaşın üzerindeki sertleşme bozukluklarının nedenini daha çok damarsal etkenler oluşturuyor. Damar sertliği, hipertansiyon, diyabet gibi durumlarda, penisin damarlarında ve düz kasında patolojik değişiklikler meydana gelmesi, penisin kanla dolma ve kanı orada sıkıştırma yeteneği azalıyor. Sertleşme kaybının tedavisinde son yıllarda ortaya çıkan ve ağızdan alınan ilaçların kullanıldığını söyleyen Prof. Dr. Tarcan, 'Daha önce ağızdan alınacak bir ilaçla damarsal sorunlara bağlı sertleşme kaybının tedavisi mümkün değildi. Enjeksiyon, vakum ve hasta bunlardan fayda görmüyorsa penil protez ameliyatları yapılıyordu. Ancak bu ilaçlar ortaya çıktıktan sonra penil protez ameliyatlarına duyulan ihtiyaç önemli oranda azaldı. Bu ilaçlar kalıcı tedavi etmiyorlar, aldığınız sürece etkililer. Mutlaka bu ilaçların doktor kontrolünde kullanılması lazım' diyor.

PSİKOLOJİK ETKENLER
Erken boşalma:
Erken boşalmanın altında psikojenik nedenler ya da organik nedenlerin bulunabileceğini söyleyen Prof. Dr. Tarcan, 'Erken boşalma ile ilgili iki türlü tedavi var. Bunlardan biri antidepresanlarla yapılan ilaç tedavisi diğeri ise cinsel terapilerdir. Bunlar, cinsel ilişki sırasında hastanın kendini kontrolünü ve geç boşalmayı öğrenmesini sağlayan genelde psikolog ya da psikiyatristler tarafından yapılan cinsel terapilerdir' diye hatırlatıyor.

RİSKİ AZALTIN
Testosteron yetmezliği: Testosteron erkeklerde üremenin, cinsel işlevin devamında, libidonun sağlanmasında, kemik ve kas yapısının korunmasında gerekli bir hormondur. Testosteron yetmezliği sendromu hem cinsel işlev bozukluklarına, hem de bir mod değişikliğine, yani hayata olan iştahımızın kaybolmasına neden oluyor. Birçok olguda da testesteron hormonun yerine konması hem cinsel işlevi düzeltiyor hem osteoporoz riskini azaltıyor, hem vücut kas yapısını koruyor.

5 adımda gece makyajı

Siz sakin sakin evde otururken arkadaşlarınız aradı ve bir partiye davetli olduğunuzu söyledi. Panik yapmanıza hiç gerek yok, bu adımları izleyin ve 10 dakika içinde partiye hazır olun! Kapatıcı ve fondöten İlk olarak yüzünze kapatıcı ve fondöten sürerek işe başlayın. Kusurlarınızı kapatmak ve cildinize daha canlı bir görünüm vermek için, ten renginizden çok az daha koyu bir fondöten seçebilirsiniz. Sıra gözlerde Makyaj yapmak için pek fazla vaktiniz yoksa, yapılacak en iyi şey dikkati gözlerde toplamaktır. Bunu basitçe yapmak için ilk olarak göz çevrenize ten renginizden biraz daha açık bir kapatıcı sürün. Gözlerinizi belirginleşmek için tercihinize göre bir eyeliner ya da göz kalemi kullanabilirsiniz. Kirpiklerinizin dibine göz kaleminizi sürdükten sonra rimelle göz

makyajınızı tamamlayın.
Allığı unutmayın!

Yüzünüze biraz renk katmak sizi daha güzel gösterecektir. Canlı bir görünüm için bronz renkler yerine kırmızı ve pembe tonlarında allıkları tercih edebilirsiniz. Allığı elmacık kemiklerinizden başlayarak yukarı doğru sürün.

Sempatik bir görünüm elde etmek istiyorsanız, allığınızı yumuşak fırça darbeleriyle
dairesel olarak sürebilirsiniz.
Rujsuz olmaz!

Bir gece makyajını rujsuz düşünemeyiz. Ruj makyajın tamalayıcı öğelerinden biridir. Gece dışarı çıkacaksanız koyu renkleri tercih etmenizde bir sakınca yok, fakat gündüz için makyaj yapıyorsanız tercihinizi açık renklerden ya da parlatıcılardan yana kullanın…

Sıra son adımda…

Artık dışarı çıkmaya hazırsınız. En güzel giyisinizi giyin ve saçlarınızı toplayın. Fakat en sevdiğiniz parfümü sürmeyi sakın unutmayın. Mis gibi kokmak güzelliğin önemli bir unsurudur.

Erotik rüyaların anlamları

Rüyanızda ünlü biriyle birlikte olmuş ya da kız arkadaşınızı öptüğünüzü görüp korkuyla uyanmışsınızdır mutlaka. Bu rüyaların ne anlama geldiğini öğrenmek ister misiniz? İşte beş erotik rüya tabiri.Rüyada bir ünlü ile birlikte olmak gerçek hayatta eksikliğini duyduğunuz bazı değerlerin varlığının habercisi. Birlikte olduğunuzu gördüğünüz bu ünlü kişi aslında sizin için kaliteyi temsil ediyor. Aradığınız şey daha iyi şartlar altında yaşamak başka bir deyişle. Ayrıca kendinize güveninizin de sonucunun bu rüyalar olduğunu biliyor musunuz? Bir diğer olasılık ise bu ünlüyü gerçekten arzuluyor olmanız. Yani sadece rüyada değil günlük yaşantınızda da onu gerçekten istiyorsanız, rüyalarınıza girmesinden daha doğal ne var?

Erotik rüyalar ...

Rüyanızda ünlü biriyle birlikte olmuş ya da kız arkadaşınızı öptüğünüzü görüp korkuyla uyanmışsınızdır mutlaka. Bu rüyaların ne anlama geldiğini öğrenmek ister misiniz? İşte beş erotik rüya tabiri...Rüyada bir ünlüyle birlikte olmak

Rüyada bir ünlü ile birlikte olmak

gerçek hayatta eksikliğini duyduğunuz bazı değerlerin varlığının habercisi. Birlikte olduğunuzu gördüğünüz bu ünlü kişi aslında sizin için kaliteyi temsil ediyor. Aradığınız şey daha iyi şartlar altında yaşamak başka bir deyişle. Ayrıca kendinize güveninizin de sonucunun bu rüyalar olduğunu biliyor musunuz? Bir diğer olasılık ise bu ünlüyü gerçekten arzuluyor olmanız. Yani sadece rüyada değil günlük yaşantınızda da onu gerçekten istiyorsanız, rüyalarınıza girmesinden daha doğal ne var?

Kalabalıkta sevişmek

Eğer kalabalık bir yerde herkesin önünde seviştiğinizi görüyor ve bundan keyif alıyorsanız, bu sizin bastırılmış cinsel dürtülerinizin olduğunu ve bir şok yaşamanız gerektiğini gösteriyordur. Eğer bu durum sizi rahatsız ediyorsa cinselliğinizden utanıyor, suçluluk duyuyor ve bir türlü denge kuramıyorsunuz demektir. Günlük hayatta kendinizi daha iyi ifade edebilmenin yollarını arasanız iyi olur. Size seks hayatınızı daha eğlendirici bir hale sokmanızı öneriyoruz.

Kız arkadaşınızın sevgilisiyle sevişmek

Dostunuzun erkek arkadaşıyla birlikte olmak rüya da olsa pek de hoş bir durum değildir. Hemen paniğe kapılıp onu gerçekten istediğinizi düşünmeyin. Böyle bir rüya hayatınızda gün geçtikçe eksilen tutku ve tatminin habercisi. Kendinize rüyada gördüğünüz ve en çok hoşunuza giden şeyi sorun. Gerçek hayatta sahip olmadığınız bir şey olursa şaşırmayın sakın. Küçük oyunlar, birlikte olduğunuz kişinin sosyallik yönü... İşte bunlar gibi eksiklikler size bu rüyaları gösteriyor.

Çirkin patronunuzla sevişmek

Evet, aslında ona karşı içten içe bir aşk besliyorsunuz, dersek inanmayın. Çünkü rüyanızda patronunuzla birlikte olmak bir tür güç hesaplaşmasından ibaret. İş hayatınızda aldığınız sorumluluklar bir yana kendinizi güçsüz hissetmenizin bilinç altınıza yansıması bu şekilde. Yani bir tür denge kurabilmek için beyninizin size oynadığı oyun bu. Rüyanızda iğrenç bir adamla birlikte oluyorsanız bu sizin kendinizi yargıladığınız anlamına da geliyor. Ket vurduğunuz duygularınızın vücut dilinizle rüyalarınızda açığa çıkması da diyebiliriz.

Başka bir kadınla sevişmek

Rüyada başka bir kadınla sevişmek sıkça görülen bir olgudur. Eğer eşcinsel değilseniz böyle rüyalar görmek, eşcinsel olduğunuzu göstermez. Bir kadının size dokunması içinizdeki kadının daha çok ortaya çıktığını gösterir. Ayrıca daha fazla şefkate ihtiyacınızın olduğu da bir başka gerçek. Bu yüzden erkeklerle birlikte olduğunuz için yanıldığınızı sanmayın, sadece kalbinize daha çok dokunacak birine ihtiyacınız var. İsteklerinizi uygun bir dille partnerinize söylerseniz, o da sizi mutlu edecektir.

Diyet yemekleri

Düşük kalorili ve lezzetli yemek tariflerine ne dersiniz?Kağıtta Et Porsiyon: 2 kişilik Malzemeler: 200 gr yağsız biftek, 1 adet turuncu dolmalık biber, 1 adet soğan, 1 diş sarımsak, 1 çorba kaşığı dilimlenmiş siyah zeytin, 8-10 adet küçük domates, yarım tatlı kaşığı tane kimyon. Hazırlanışı: Soğanı halka şeklinde doğrayın. Dolmalık biberin tohumlarını çıkarıp ince ince doğrayın. 40*40 cm ebadında yağlı kağıdı bir tepsiye yayın. Yağlı kâğıdın üzerine sırasıyla önce etleri, tane kimyonu, soğan ve sarımsak dilimlerini, ince doğranmış dolmalık biberi ve küçük domatesleri dizip kâğıdı paket yapın. 200 dereceli önceden ısıtılmış fırında yarım saat pişirin. Yemeği tabağa alıp sıcak olarak servis yapın. Diyet yemekleri hazır.Afiyet olsun. Fırında Yoğurtlu Domates Porsiyon : 2 kişilik


Malzemeler : 2 adet orta boy domates, 2 yemek kaşığı diyet yoğurt, 2 adet taze soğan, 5 dal maydanoz, yarım çay kaşığı pul biber, yarım çay kaşığı karabiber.

Hazırlanışı : Domateslere enlemesine çentikler atın. Önceden ısıtılmış 200 dereceli fırında 10 dk pişirin. Taze soğanı ve maydanozu incecik kıyın. Pul biber ve karabiberle birlikte yoğurda ilave edin. Fırından aldığınız domateslerin arasına bu malzemeden doldurun. Diyet yemekleri hazır.Afiyet olsun.

Fırında Akdeniz usulü makarna

Porsiyon : 4 kişilik

Malzemeler : 250 gr kepekli kalem makarna 1.5 kg domates 4 yeşil zeytin 4 siyah zeytin 1 çorba kaşığı zeytinyağı Tuz, kekik

Hazırlanışı : Domatesleri soyup dilimleyin. Zeytinlerin çekirdeklerini çıkarın. Makarnayı diri kıvamda haşlayıp süzün. Dikdörtgen fırın kabını yağlayıp dibine domates dilimlerinin yarısından fazlasını döşeyin. Zeytinlerin yarısını ilave edip tuz ve kekikle tatlandırın. Makarnayı ekleyip kalan zeytinyağını gezdirin. Kalan domatesleri dizip zeytinleri serpiştirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 20-25 dakika pişirin.diyet yemekleri hazır. Sıcak olarak servis yapın.

Allık sürme sanatı

Allığını sürdüğünde Kelly Osbourne’a mı benziyorsun? İşte sana makyajın en önemli “detayı” olan allık sürmenin püf noktaları… Renk tonları 1- Şeftali: Açık tenli ve sarışınsan bu renk tam sana göre. 2- Pembe: Buğday tenli ve kumrallar bu tonları tercih etmeli. 3- Toprak: Esmerler yüz hatlarını belirginleştirecek kahve tonlarını kullanmalılar. Gölge oyunları Allık, sadece yüzünü renklendirmekle kalmaz, aynı zamanda çeşitli gölgelendirmelerle yüz hatlarının daha belirgin olmasını sağlar. İşte bunun için yapman gerekenler…

Yüzün ovalse ,
Kalem veya stick allığınla elmacık kemikleri ve çenene küçük çarpı işaretleri yap. Sonra da bunları parmağınla hafifçe dağıt. Yüzün yuvarlaksa,Yüzünü daha ince göstermek için, fotoğraftaki gibi her iki kaşının üst kısmına, şakaklarına ve alt kısmına küçük çarpılar yapıp, yine parmaklarınla dağıt.
Yüzün uzunsa ,
Yüzünün daha oval görünmesini sağlamak için allığını saç diplerine elmacık kemiklerine ve çenene uygulayıp, iyice dağıt. Dilersen üzerine bir kat transparan pudra sürerek daha yumuşak bir görüntü elde edebilirsin.
Hangi allık nasıl sürülür ?
Toz allık Toz allıklar cilde mat bir görünüm verir. Fazla pratik değildir ama gün boyu kalıcılığını sürdürür. Nasıl uygulayacağına gelince… Büyük allık fırçanı toz allığının üzerine sürüp, fazlalığını hafifçe silkeledikten sonra, elmacık kemiklerine uygula. Gölge yapmak için allığının bir ton koyusunu şakaklarının alt kısmına ince bir çizgi şeklinde sürüp iyice dağıt. Fazlalığını kağıt peçeteyle alıp, üzerine bir kat transparan pudra sür.
Kalem allık En küçük çantaya bile rahatlıkla sığdığından ve fırça gerektirmediğinden son derece pratiktir. Kalemi fotoğraftaki gibi bir sıra halinde şakaklarına sürüp, iyice dağıt. Daha parlak bir görünüm için, üzerine nemlendirici sür.
Likit allık Cilde bebeksi bir pembelik vermek için daha iyi bir yol olamaz! Çok yaygın olmasa da büyük cosmo-shop’larda rahatlıkla bulabileceğin likit allıklar, tıpkı oje gibi şişe ve fırçadan oluşur. Fırçayı şişeye daldırıp, fazlalığını silkeledikten sonra yanaklarına çizgiler halinde sürüp, pamuk yardımıyla iyice dağıt.
Stick allık Fırça gerektirmeyen ve cilde ekstra parlaklık kazandıran stick allığı uygulamak çok kolay. Tek yapman gereken bulamaç gibi bir görüntüye meydan vermemek için, stick allığını önce elinin üzerine sürmen ve parmaklarınla alıp, stratejik bölgelere uygulaman. Elmacık kemikleri ve burnunun üzeri bu iş için çok uygun!

Thursday, February 21, 2008

Evliliğin kabusu: Vajinusmus

Her 10 kadından birinde cinsel ilişkiye girememe korkusu var.

Cinsel Sağlık Enstitüsü’nün araştırmasına göre her 10 kadından birinde cinsel ilişkiye girememe korkusu var.

Kadınlarda yoğun olarak görülen bu durumun nedeni ise ebeveynlerin cinselliğe karşı yaklaşımları olarak belirtiliyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe yaptığı yazılı açıklamada cinselliği ayıp, yasak, günah sayan bir yaklaşıma sahip olan ebeveynler tarafından cinsel duyguları engellenen kız çocuklarının ileride evlendiklerinde cinsel birleşmeden kaçınır bir hale gelebileceklerini belirti.

Vajinismusun bir erteleme ve kaçınma hastalığı olduğunu söyleyen Cinsel Sağlık Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Vajinismus; cinsel ilişkiye girme denemelerinde hafif bir kasılmadan tüm vücutta bir kasılmaya, endişe, korku, tiksinme ve panik haline, bacakların açılmalarını engelleyecek boyutlarda sıkıca kapatılmasına veya elle eşi itmeye kadar değişik şekillerde ortaya çıkabilir ve çaresizlikle yaşanır. Ülkemizde her 10 kadından birinde görülen vajinismus, kişinin kendisinin umutsuz olduğuna yürekten inandığı psikolojik kökenli bir hastalıktır” dedi.

İNANÇLAR, BİLGİLER, HİSLER
Cinsel Sağlık Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe kız çocuklarına, ìbacaklarını kapatö,” eteğini ört”, “erkeklerden uzak dur, sana çok kötü şeyler yaparlar”, “bisiklete binme kızlık zarın yırtılır” gibi sıfatlarla yaklaşıldığında, ileride cinsellikten korkma ve ilişkiye girdiklerinde çok kötü bir şey olacağı beklentilerinin artabileceğini kaydetti.

Keçe kız çocuklarına olumsuz olarak söylenenlerin daha kolay meydana geldiğini belirterek “Çünkü kız çocuklarına cinsel konularda olumsuz bir sıfatla yaklaşıldığında, onun kafasındaki olumsuz benlik imajı pekişmiş olacaktırö dedi. Vajinismusta istenilen sonuçlara ulaşmanın yolunun düşüncelerin ve beklentilerin kontrol altına alınmasından geçtiğini ifade eden Keçe,”İnançlar, mevcut cinsel bilgiler ve hisler cinsel hayatta yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven kazanır ya da kaybederler” dedi.

TEDAVİSİ CİNSEL TERAPİ
Vajinismusun her zaman yüzde 100 tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ve kader olmadığını söyleyen Cinsel Sağlık Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Vajinismus özel bir ilgi ve uzmanlık alanı olan cinsel terapist tarafından cinsel terapi ile tedavi edilebilir. Hipnoz destekli, içgörü yönelimli ve eğitime dayalı yoğunlaştırılmış holistik psikoterapi ve evlilik terapisi tekniklerinin yer aldığı cinsel terapinin süresi hastalığın şiddetine göre birkaç seanstan 10-12 seansa kadar değişebilir” dedi.

Bugün

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52864&cat=220&dt=2008/01/25

Üç dakikada bir kişi cüzzama yakalanıyor

İstatistiklere göre, 2006 yılında, 20 bini çocuk olmak üzere en az 265 bin kişi cüzzam hastası oldu.

Dünyada üç dakikada bir kişinin cüzzama yakalandığı bildirildi.

55. Dünya Cüzzamlılar Günü öncesinde açıklama yapan Paris’teki bir sağlık vakfı, bir basilin sebep olduğu hastalığın bulaşmasının önlenebildiğini ve hastanın bir yıldan kısa sürede tedavi edilebildiğini vurguladı.

Uzmanlara göre, cüzzam basilinin kuluçka dönemi 10 ila 20 yıl sürüyor. Fazla bulaşıcı olmayan hastalık, esas itibarıyla solunum yoluyla geçiyor. Basilin bulaştığı insanların yüzde 90′ında hastalık ortaya çıkmıyor. Cilt lekeleri hastalığın ilk habercisi oluyor.

1981 yılından beri üç antibiyotik karıştırılarak yapılan tedavi, basili öldürüp hastalığın bulaşmasını önlüyor. Hasta 6 ila 12 ay içinde iyileşebiliyor.

Son 25 yıl içinde 14 milyondan fazla hasta iyileşti. İstatistiklere göre, 2006 yılında, 20 bini çocuk olmak üzere en az 265 bin kişi cüzzama yakalandı.

Cüzzam, başta Hindistan ve Brezilya olmak üzere 100 kadar ülkede görülüyor.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52869&cat=220&dt=2008/01/25

Erkekler DİKKAT! İktidarsızlığa çözüm bulundu

Geliştirilen bir ilaç ile, sertleşme sorunu olan erkeklerin tedavisinde başarı sağlandı..

Yapılan son araştırmalar göre Türkiye’de yaklaşık 5 milyon erkek sertleşme sorunu yaşıyor. ABD’deki araştırmalar ise yaklaşık 30 milyon erkeğin sertleşme sorunu (ED) yaşadığını ortaya koydu. Ayrıca şeker hastalarının yaklaşık yüzde yetmişinin ereksiyon bozukluğuna yol açabilen dislipidemi gibi (yüksek kolesterol, hiper tansiyon veya şeker hastalığı dahil) diğer genel hastalıkları da mevcut.

Kuzey Amerika Cinsel Tıp Kuruluşu’nun Chicago’da düzenlediği toplantıda açıklanan bir araştırma bir ilaç firmasının geliştirdiği, sertleşme sorununu önleyici vardenafil etken maddeli ilacın, yüksek kolesterol dahil dislipidemisi ve sertleşme sorunu olan erkeklerde başarılı olduğunu gösterdi.

DESTEK SAĞLADI
Toplantıda konuşan Brown Üniversitesi’nin Warren Alpert Tıp Okulu’nda Aile Tıbbı Klinik Doçenti Dr. Martin Miner, sertleşme sorununun yüksek kolesterol ile doğrudan ilişkisi olduğunu söyledi. Buna karşın birçok doktorun hayat kalitesini engelleyen bir sorun olan ED’yi tedavi etmediğini belirten Dr. Miner: ”Bu çalışma, yüksek kolesterolü erkeklerde görülen ED’nin başarıyla tedavi edebilmesi için destek sağladı” dedi.

BUGÜN

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52898&cat=220&dt=2008/01/26

Rahim aşısı mı öldürdü ?

Türkiye’de de hararetli tartışmalara neden olan rahim ağzı aşısı 2 genç kızın ölümüyle gündemde!

Türkiye’de de hararetli tartışmalara neden olan rahim ağzı aşısı, Avrupa’da aşıyı yaptıran 2 genç kızın ölümü ile yeniden gündemde… Başta İngiltere ve ABD olmak üzere pek çok ülkede, 11 yaşından itibaren genç kızlara uygulanması için hükümetlerin girişim başlattığı, Merck firması tarafından üretilen “Gardasil” adlı aşı, geçtiğimiz dönemde ABD’de 12, 19 ve 22 yaşlarında 3 genç kızın, aşıdan kısa süre sonra ölümüyle tartışılmıştı. Son olarak da biri Almanya diğeri Avusturya’da, kimlik bilgileri açıklanmayan iki kızın aşı yaptırdıktan sonra yaşamını yitirmesi üzerine soruşturma açıldı. Bugüne dek bin 700′den fazla genç kızda yan etkiler ortaya çıkması da soru işaretlerini artırıyor.

‘BÖYLE OLACAĞI BELLİYDİ’

Avrupa İlaç Ajansı (EMEA) sözcüsü, “Ölümlere doğrudan Gardasil kullanımının neden oluğuna dair somut bulgu yok” derken, Avrupa genelinde 1.5 milyon genç kıza güvenli şekilde aşılama yapıldığına da dikkati çekti. Merck firmasının Türkiye’deki İlaç Medikal Direktörü Dr. Meltem Telaferli de, “Her iki vakada da aşıyla ilgili nedensel ilişki görünmüyor” dedi. Aşı Türkiye’de ilk uygulandığında, “Ben çocuklarıma bu aşıyı yaptırmam” çıkışını yapan Sağlık Bakanlığı Kanser Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer ise şu yorumu yaptı: “Böyle olacağı belliydi. Bir salgın olsa aşının ön plana çıkarılmasını desteklerim ancak hemen üzerine atlamak doğru değil. Ölümlerle aşının bağlantısı var mı incelemek lazım.”

Sabah

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52911&cat=220&dt=2008/01/26

Karnından 6 kilo kist çıktı

“Hamileyim” sandı, doktora gitti ve şoka girdi…

Kayseri’de yaklaşık iki ay önce karnındaki aşırı büyüme sonucu hamile olduğunu zanneden ve doktora başvuran bir kadının karnından eşine az rastlanır 6 kilogram ağırlığında bir kist çıkartıldı.

Karnındaki aşırı büyüme sebebi üzerine şüphelenen genç bir kadının karnından 6 kilogram ağırlığında bir kist çıkartıldı. İki ay önce normalin üstü bir şekilde karnı büyüyen 21 yaşındaki Halime Ağırbaş, Özel Tekden Hastanesi’ne başvurdu. Yapılan tetkikler neticesinde, ilk bakışta çocuğunun olacağını zanneden kadının karnındaki büyümenin aslında, eşine ender rastlanır bir kist yapılanması olduğu ortaya çıktı. Durumun ciddi olması sebebiyle hemen ameliyata alınan hastanın
karnından 6 kilogram ağırlığında, 30 cm çapında, eşine az rastlanır bir kist çıkartıldı. Operasyonu gerçekleştiren Tekden Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü doktorları Uzman. Dr. Turgut Köse ve Kadın Doğum Uzmanı Uz. Dr. Aytül Aslan Erdoğmuş, yaptıkları açıklamada, ilk defa bir hastanın karnından bu büyüklükte bir kitle çıktığını belirterek, kitlenin diğer organlara zarar vermeden çıkmasının önemli olduğunu kaydetti.

“İLK ÖNCE HAMİLE OLDUĞUMU ZANNETTİM”

Ameliyat öncesinde 53 kilo ağırlığındaki hasta, ameliyat sonrasında 46 kiloya düşerek yakınlarını da şaşırttı. Kurtulduğu bu ağırlıktan sonra çok mutlu olduğunu ifade eden Halime Ağırbaş, “2 ay içinde 9 aylık hamile olan bir kadının gibi karnım şişti. Önce hamile olduğumu düşünüyordum. Ancak şişlik çok hızla artınca hastaneye başvurdum” dedi.

İHA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52968&cat=220&dt=2008/01/26

Şişmanlığın 8 gizli nedeni

İşte şişmanlığa yol açan faktörler…

Bugüne kadar hesap basitti: Çok fazla yemek ve az hareket etmek kocaman bir göbek demekti. Ancak bu bilgiyi küçücük çocukların bile bilmesine rağmen değişen bir şey olmadı. Dünyada genel olarak baktığımızda obezite azalmıyor tersine artıyor.

Ancak endokrinoloji uzmanları şişmanlığa sebep olan yeni faktörler de keşfettiler. Bilimadamları ‘elbette ki insanların yakabileceğinden daha fazla kalori edinmesi her zamanki gibi en büyük problemimiz’ diyor ancak işin içinde başka faktörlerin de olduğunu belirtiyorlar. İşte şişmanlığa sebep olan gizli düşmanlar:

1. UYKU PROBLEMLERİ
Yapılan araştırmalar, günde 12 saatten az uyuyan okul çağı çocuklarının, 12 saat ve daha çok uyuyanlara göre 3.5 kat daha fazla obezite riskine sahip olduklarını ortaya koyuyor. İşin en ilginci anne-babanın obez olması, hareketsizlik, uzun saatler TV seyretmek gibi faktörlerin hiçbir bu çocuklarda uyku kadar etkili olmuyor! Bilimadamları bunu uyku sırasında leptin hormonunun seviyesinin düşmesine bağlıyor.

Çünkü leptin vücutta metabolizmanın hızlanmasına yardımcı oluyor ve açlık hissini önlüyor. Bu süreç yetişkinlerde de aynı şekilde işlediği için gece uykusuna özellikle dikkat etmeniz gerekiyor. Uyku öncesinde yapacağınız ılık bir duş ve içeceğiniz bir bardak sıcak süt sizi daha da rahatlatacak. Eğer kronik bir uyku probleminiz varsa mutlaka bir doktora danışmalısınız.

2. GENETİK MİRAS
Gen araştırmaları şimdilerde şişmanlıkla ilgili araştırmaların en önemli ayağını oluşturuyor. Çünkü açlığın sorumlusunun bazı genler olduğu düşünülüyor. Tek yumurta ikizleriyle yapılan araştırmalar gösteriyor ki vücut ağırlığının yüzde 70′ine kadar olan kısmını genlerimize sadece yüzde 30′luk bir bölümünü ise çevre faktörlerine borçluyuz. Bilimadamları şişmanlığa yol açan gen sayısının 30-100 arasında olduğunu söylüyor.

Hepsinin tek başına çok küçük bir etkileri var. Ancak bir araya geldiklerinde tartının ibresini fırlatıveriyorlar. Buna göre iştahı artıran genler, vücuda elma veya armut formunu veren genler, metabolizmayı yöneten genler belirlenmiş durumda. Yuvarlak genlere sahip olanların maalesef yediklerine çok dikkat etmesi gerekiyor. Her şeyden önce özellikle yaşamın belli dönemlerinde özellikle dikkat etmeniz gerekiyor. Örneğin hamilelik döneminde veya menopoza girerken. Doktorlar gelecekte bu gen durumunu dengeleyecek ilaçların çıkacağını söylüyor. Ama o zamana dek yapılacak şey beslenme alışkanlıklarına dikkat etmek.

3. İLAÇLARIN ETKİSİ
Pek çok kadın bazı doğum kontrol ilaçlarının yarattığı kilo problemlerinden haberdar. Aslında sadece doğum kontrol ilaçları değil genel olarak pek çok ilaç fazla kiloya sebep olabiliyor. O yüzden hastasına ilaç yazan bir doktorun bu konuda hassas davranması gerekiyor. Örneğin bazı depresyon ilaçları 3-4 kiloya kadar artışa sebep olabiliyor. Tansiyon için kullanılan kimi ilaçlarsa ekstra 2 kilo anlamına gelebiliyor. Diyabet ilaçlarının 3-4, insülin şırıngalarının ise uzun vadede 10-15 kiloya kadar artışa sebep olduğu biliniyor.

Bu yüzden özellikle diyabet problemi olanların erkenden spor yapmaya başlamaları tedavi sırasında gelebilecek kilolara karşı koymaları açısından önemli. Eğer ilaç kullanımında kilo alma gibi bir endişeniz varsa bunu mutlaka doktorunuzla paylaşmalısınız. Belki de daha ince bir alternatifiniz olabilir.

4. KLİMALAR
Üşüdüğümüzde veya terlediğimizde vücudumuz ısıyı ayarlamak zorunda kalır ve bunun içinde enerjiye ihtiyacı olur. Klimalar ise işte bu görevi üstlenirler. Hayvanlar üzerinde yapılan bir deneyde sıcakta veya soğukta kilo verdikleri gözlemlenmiş. Gün boyunca sabit olarak ısıtılan veya klimayla soğutan mekanlarda yaşıyoruz. Bu ısı ortalama 26 derece civarında. Ve tam da bu ısıda ekstra hiçbir şey yakmak mümkün değil. Bu yüzden vücudunuza rahat vermeyin ve onu zaman zaman ısı değişimlerine maruz bırakın. Mesela saunaya girin ardından buz gibi havuzda yüzün. Hatta bazı geceler pencereler açık olarak uyumaktan korkmayın. Bu sizin bağışıklık sisteminizi de harekete geçirecek emin olun.

5. EVLENMEK
Sadece kişisel tecrübeler değil bilimsel araştırmalar da evliliğin yemek alışkanlıklarını hem kadın hem de erkek açısından bilinçsizce değiştirdiğini ortaya koyuyor. İngiltere Newcastle Üniversitesi bilimadamları, yaptıkları çalışmalarda evlendikten sonra erkeklerin daha sağlıklı beslendiklerini, kadınlarınsa yemelerine çok fazla dikkat etmeyip kilo aldıklarını ortaya çıkarmış. Uzmanlar bunun sebebini kadınların daha fazla et ve büyük porsiyonlarda yemek yemesine, evlilikle ilgili strese daha yatkın olmalarına ve genel olarak sağlıksız beslenmelerine bağlıyor.

Peki bu konuda ne yapılabilir? Bilimadamları esprili bir cevap veriyor ya bekar kalacaksınız ya da eski sabit beslenme alışkanlığınızı devam ettireceksiniz.

6. NİKOTİN
Her geçen gün daha çok insanın sigaradan vazgeçmesi sağlık açısından çok güzel bir şey. Ancak bunun etkilerini sadece ciğerlerde ve deride değil maalesef tartıda da görüyorsunuz. Amerika’daki Michigan Üniversitesi bilimadamları sigarayı bıraktıktan sonra sanıldığından da çok kilo alındığına dikkat çekiyor. Diyelim sigara içerken 2-6 kilo fazlanız varsa sigarayı bıraktıktan sonra bu fazlalık rahatlıkla 7-8 kiloyu bulabiliyor. Çünkü nikotin iştahı kesiyor ve metabolizma çalışmasını hızlandırıyor. Ancak kilo bile alsanız yine de değer çünkü sağlığa nikotinden daha fazla zarar veren bir şey yok.

Uzmanlar sigarayı bırakanların özellikle ilk 6 ay çok dikkat etmeleri gerektiğini söylüyor. Kilo alımını önlemek, kilo almaktan daha kolay. Önemli olan bunun bilincine içtiğiniz son sigarada varmak ve buna göre bir bilanço yapmak. Yani daha az yemek ve daha çok spor yapmak.

7. YAŞ
Araştırmalar, insanoğlunun 20 yaşının ortasına kadar her ay 300 gram aldığını gösteriyor. Yaşlandıkça da kas grubundan kaybediyoruz. Ancak bu kas grubu önemli çünkü tek başlarına bile kalori yakmak için onlara ihtiyacımız var. 25-30 yaşlarında kilo daha da çok artıyor. Bu 40 yaşına kadar böyle gidiyor. Menopoz döneminde östrojen azaldığı için ekstra kilolar alınıyor. Bu yüzden yaşlandıkça kas egzersizlerine önem vermelisiniz. Ayrıca protein tüketimini de artırmalısınız. Çünkü kas gücünü artırmak için proteine ihtiyacınız var.

8. STRES
Bütün bir gün etrafta koşuşturursak aslında kilo vermemiz gerek değil mi? Ancak Amerika’daki Chicago üniversitesi’nde yapılan bir araştırma bunun aksini gösteriyor. Özellikle kadınlar stres zamanlarında lüzumsuz bir şekilde kilo alıyorlar. Üstelik stres faktörleri ne kadar artarsa o kadar çok kilo alıyorlar. Çünkü stres sırasında kortizol denilen bir madde salgılıyoruz. Bu da yağ hücrelerini harekete geçiriyor ve enerjinin görevini yapmasını engelliyor.

Bu stres yükü haftalar boyu sürerse o zaman vücut, yağ deposu rezervini artırıyor. Bu yüzden kendinize zaman zaman mutlaka özel vakit ayırın. Stresinizin üstesinden gelebilmek için birileriyle konuşmak ya da düşüncelerinizi yazıya dökmek de iyi gelebilir. Boston Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre gerilimden en kolay kurtulmanın yolu onun üzerine gitmek.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52976&cat=220&dt=2008/01/26

Kocaya anti-viagra

Kadın eşini aldatmak için ona hain bir plan uyguladı…

İtalya’nın Sicilya Adası’ndaki Catania kentinde, ikisi de evli olan bir kadın ve erkek arasındaki yasak aşk, cezaevinde sonuçlandı.

Yasak aşk, mağdur kocanın hastanelik olmasının ardından başlayan telefon
dinleme işlemi neticesinde gün ışığına çıkarılabildi.

Angela Costanza adlı 46 yaşındaki kadının, sadece sevgilisiyle birlikte olma uğruna, kocasının yiyeceklerine iki yıldır gizlice bir tür antiviagra niteliğindeki cinsel arzuları yatıştırıcı madde karıştırdığı ortaya çıktı.

İtalyan basınındaki haberlere göre, yasak aşkın varlığının keşfedilme süreci, mağdur kocanın bundan bir süre önce hastanelik olmasıyla başladı. Tümör korkusuyla hastaneye başvuran mağdur kocaya, bir türlü teşhis konulamadı.

Karısını takibe alan mağdur koca, hem aldatıldığını hem de yiyeceklerine ilaç
karıştırıldığını keşfetti.

Mağdur kocanın şikayeti üzerine Catania’daki jandarma tarafından, Angela
Costanza ile 53 yaşındaki sevgilisi L.A.’nın telefonları dinlemeye alındı.

Telefon kayıtları ihaneti belgelerken, mağdur kocanın rahatsızlığının da yiyeceklerine yaklaşık iki yıldır gizlice karıştırılan ilaçtan kaynaklandığı saptandı.

Dün her iki zanlının gözaltına alınarak cezaevine sevk edildiği öğrenildi. Angela Costanza, eşine gizlice verdiği ilaçlarla vahim zararlara yol açmak, isminin sadece baş harfleri açıklanan sevgilisi L.A. ise evinde karısını ve çocuklarını dövmekle suçlanıyor.

A.A.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52931&cat=220&dt=2008/01/26

Kilo alıyoruz

2025 yılında Türkiye’nn yüzde 40′ı, Amerika’nın tamamı şişman olacak…

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Tabip Odası işbirliğiyle yürütülen sağlık panellerinin yeni dönemi başladı.

Şişmanlıkla ilgili panelde konuşan Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, bu hastalığın sebeplerinin başında yüzde 50 ile beslenme değişikliğinin geldiğini söyledi. Şişmanlığın yüzde 35′inin ırsi, 15′inin ise genetik sebeplere dayandığını belirten Yılmaz, araştırmalara göre 2025′te dünya nüfusunun dörtte birinin, Türkiye nüfusunun yüzde 40′ının, ABD’nin ise tamamının şişman olacağının ortaya koyulduğunu dile getirdi.

Geçen yıl İzmir’de dokuz mahallede düzenlenen ve 2 binin üzerinde hanımın dinlediği sağlık panellerinin 10.’su, Buca ilçesi Kuruçeşme Mahallesi’ndeki Ege İhracatçılar Birliği İlköğretim Okulu’nda yapıldı. Panelde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metobolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz, “Sağlıklı Beslenme ve Obezite” konusunu işledi. Özellikle ev hanımlarının büyük ilgi gösterdiği panele katılanlar, modernleşme ve sağlıksız beslenmenin yol açtığı şişmanlamanın dünyanın en büyük salgın hastalığı olduğunu söyleyen Yılmaz’a sorular sorarak bilgi edindi. Uzun sürede oluşan obezitenin çözümünün de uzun süreli olduğunu vurgulayan Candeğer Yılmaz, şu önerilerde bulundu: “Salgın şekilde yayılan ve tekrarlayıcı bir hastalık olan obezitenin en iyi tedavisi kilo almamaktır. Kilo vermek isteyenlerin öğün atlamamak, vücudun ihtiyacı olan her besinden her gün belirli miktarda yemek gerekir. Kırmızı et yerine tavuk ve balık eti daha sağlıklıdır. Kızartma yerine haşlama ve ızgara yenmelidir. Tatlı yemek isteyenler, daha az kalorili olan sütlü tatlıları tercih etmelidir. Ayrıca bol meyve ve sebze yenmelidir.”

Sabah

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53003&cat=220&dt=2008/01/26

Yeni moda kızlık zarı diktirmek

Sadece İstanbul’da bunun için hastaneye koşan binden fazla bayan var bazıları ise eşine sürpriz için diktiriyor.

Kapalısı açığı, eğitimlisi eğitimsizi binlerce genç kız, kızlık zarının tamiri için hekimlerin kapısını çalıyor. Doç. Dr. İbrahim Aşkar, ‘Kesin olmamakla birlikte sadece İstanbul’da her yıl binden fazla kızlık zarı dikiliyor’ dedi.

Kızlık zarı ülkemizde halen tabu olmayı sürdürürken; bu yüzden cinayetler işleniyor, genç bedenler toprağa veriliyor.

Latince adı ‘hymen’ olan kızlık zarı, Yunan mitolojisinde ‘Evlilik tanrısı’nın ismidir. Ülkemizde kızlık zarının bozulmamış olması, kadının bekareti yani bir erkekle cinsellik yaşamadığının sembolüdür. Bu yüzden bekaret adeta tabulaştırılmıştır. Ancak bekarete yüklenen önem, bazı durumlarda kadınların hayatının bile önüne geçer. İsteyerek ya da istemeden cinsel deneyim yaşayan körpecik bedenler, namus, töre uğruna canından olur. Aslında bozulan kızlık zarı değil, ahlakımızdır…

DURUM GERÇEKTEN VAHİM!
10 yıl Diyarbakır’da hizmet veren ve Dicle Üniversitesi Plastik Cerrahi Bölümü’nü kuran Doç. Dr. İbrahim Aşkar kızlık zarı konusunda önemli açıklamalarda bulundu. Toplumun hemen her kesiminden genç kızların kızlık zarı onarımı için kapısını çaldığını söyleyen Doç. Dr. Aşkar, “Bu sadece benimle sınırlı bir şey değil. Bütün kadın doğum uzmanlarına ve plastik cerrahlara gidildiği düşünülecek olursa olayın büyüklüğü çok daha iyi anlaşılır” dedi. “Nişantaşı’ndan ve Etiler’den onarım için başvuranlar olduğu gibi İstanbul’un varoş semtlerinden de gelenler oluyor” diye konuşan Doç. Dr. İbrahim Aşkar, zar onarımı isteyen genç kızların kesin sayısını vermenin zor olduğunu belirtti. Doç. Dr. Aşkar, bu konuda şunları söyledi: “Kızlık zarı dikimlerinin çoğunluğu gizli tutuluyor. Bir kere İstanbul’da plastik cerrah sayısı 100′ün üzerinde. Bunlardan 10 tanesi zar onarımı yapsa ve her birinin 5′er tane yaptığını düşünün. Bu arada kadın doğumcuları da unutmamak lazım. Yine İstanbul’da en az 500 tane de kadın doğumcu var. Bu doğrultuda sadece İstanbul’da yılda en az 1000 genç kızın kızlık zarı onarımı yaptırdığını söyleyebiliriz.”

AYDA 10 HASTA BAŞVURUYOR
Genç kızların daha çok kendilerine internet yoluyla ulaştığını anlatan Doç. Dr. İbrahim Aşkar, açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Ortalama her gün net internet üzerinden bu konuda 1 kişiye en az danışmanlık yapıyoruz. Konu hakkında bilgi alıyorlar. Bu son derece ciddi bir rakam. Sadece bize değil birçok kişiye bu şekilde ulaşılabiliyor. Bu bana ulaşan rakam. Ama kullanamayanlar kendi bildikleri yöntemlerle tanıdık tavsiyesiyle gidip kızlık zarı onarımı yaptırıyor. Ayda ortalama 10 hasta kızlık zarı diktirmek amacıyla bize başvuruyor. Sadece birkaç tanesine biz işlem yapıyoruz. Kendilerine yapılacak işlemleri anlatıyoruz. Bu işlemlerde şehir mesafesi önemli. Sonuçta hepsi İstanbul’dan gelmiyor. Bazıları geldiklerinde kalacak zamanları olmuyor. Bu yüzden de vazgeçebiliyorlar.

İKİ TİP DİKİM İŞLEMİ VAR…
Kızlık zarı dikim işlemi iki tiptir. Birisi halk arasında yaygın olarak bilinen şekliyle hemen ilişkiye girmeden birkaç gün önceden yapılan, diğeri zarar görmüş zar parçalarını tutturup dikerek yaptığımız işlem. İkinci işlem birkaç ay, birkaç yıl dayanabiliyor. Burada amaç zarın mümkün olduğu kadar orjinale yakın olması. Hal böyle olunca en küçük zorlamayla, hareketle yırtılabiliyor. Müdahaleden sonraki 7 gün hastadan hareket etmemesini istiyoruz. Şehir dışından gelen kişi herhangi bir yakınının yanında kaldığında bunu izah edemiyor. Çünkü tanıdıklarına bunu anlatması mümkün değil. ‘Niye kalkmıyorsun, yaran yok’ veya ‘Ne ameliyatı oldun sen?’ diye soruluyor. Genç kız bunu izah edemediği için İstanbul dışından kolay kolay gelemiyor.

ELBETTE ETİK DEĞİL
Ancak bu hafta sonu kızlık zarını diktirmek için gelecek ayın 10′una bir hastamız randevu aldı. Uzun süreli dikim istiyor. Aslında insanlar bu olayı bir tatil programını planlar gibi planlıyor. Etik olmadığı konusunda ben de hemfikirim. Yalnız şu var ki; ‘ben Ayşe’nin Fatma’nın kızlık zarını diktim’ diye açıklamak da etik değil. Doğal olarak hasta mahremiyetini koruyarak gelen hastaya müdahale yapıyoruz. Etik olmamasının en önemli nedeni; Türkiye’deki tabuların anormalliği. Benim şahsi fikrim, kesinlikle bir kızın ya da kadının sadakati kızlık zarının yırtılmasıyla ölçülecek bir şey değil.

SADAKAT BUNUNLA ÖLÇÜLMEZ
Eğer insanın beyninde bir şey varsa, bunu istediği zaman istediği ortamda yapabilir. Sadece kızlık zarıyla kadının sadakati ölçülemez. Bunun dışında sapık şeyler yapan bir sürü insan da var. Bana göre gereksiz, abuk subuk bir şey bu. Ayrıca gelen hastaya da bunu anlatıyorum. ‘Boşu boşuna psikolojinin bozulmasının anlamı yok’ diyorum, ‘kafana takma’ diyorum ama genelde şartlanmış olarak geliyorlar. Bu şartlarda yapıyoruz operasyonu. ‘Aman gel, mutlaka yapalım’ diye bir yaklaşım yok. Bu ahlaki değil, etik değil, insani hiç değil.

Takvim

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=52935&cat=220&dt=2008/01/26

Horlama, iktidarsızlığa yol açıyor

Horlayan her 3 erkekten 2’sinde erkeklik hormonun etkilendiği tespit edildi.

DİCLE Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından 276 kişi üzerinde yapılan araştırmada horlayan her 3 erkekten 2’sinde erkeklik hormonun etkilendiği tespit edildi.

Horlayan orta yaşlı erkeklerde cinsel açıdan karşı cinslere ilginin azaldığını belirten Yard. Doç. Dr. Gökhan Kırbaş, ‘Uykuda nefes duraklama hastalığını yaşayan kişilerde testestron dediğimiz erkeklik hormonu ileri düzeyde azaldığı için cinsel açından iktidarsız oluyor. Hastalar tedavi olduktan sonra sağlıklarına kavuşabiliyor’ dedi. Uyku Bozuklukları Merkezi’nde 3 yıl içerisinde bin 500 kişinin tedavi edildiğini kaydeden Kırbaş, ‘Uyku apnia sendromu hastalarını laboratuarlarında inceledikten sonra sibop dediğimiz maske tedavisi uyguluyoruz. Hasta uyurken maske kullanıyor. Bu tedaviyle hastalarımızdaki erkeklik hormonu tekrar normal seviyelerine geliyor ve cinsel güçlerine kavuşuyor’ açıklamasını yaptı.

STAR

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53050&cat=220&dt=2008/01/27

Gözlerinizi bilgisayarlardan koruyun

Bilgisayara bakma sendromundan daha az etkilenmek için bu kurallara uyun..

Bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile zaman kaybını en aza indiren iletişim araçları kullanılmaya başlandı. Ancak teknolojinin iş yaşamını kolaylaştırırken, sağlığımıza zarar veren etkileri de oldu.

Bilgisayarların iş ve özel hayatı kolaylaştıran yönleri, onları kısa zamanda tüm dünyada en çok kullanılan teknoloji ürünlerinden biri haline getirdi. Bunun sonucunda 21. yüzyıl “Bilgisayara bakma sendromu” salgınına sahne oldu.

Bilgisayar kullanıcıları olarak bu sendromun bir veya birkaç bulgusundan pek çoğumuz şikâyetçiyiz. Gözlerde yorgunluk, ağrı, rahatsızlık, kızarıklık, bulanık görme, çift görme bu etkilerden bazıları. Bu sendromun gözlerle ilgisi olmayan diğer belirtileri ise baş-boyun-omuz ve sırt ağrıları şeklinde ortaya çıkıyor.

Bilgisayara bakma sendromunun en önemli nedeninin gözlerde kuruma olduğu biliniyor. Bilgisayar kullanıcısında, göz yüzeyindeki kuruluğu telafi etmek üzere refleks bir göz yaşarması meydana gelebilir. Göz yüzeyinde kuru noktalar oluşmasının temel sebebinin ekran karşısında göz kırpma hızımızın düşmesi olduğu düşünülüyor. Bunun yanında bazı risk faktörleri de ekran karşısında gözlerimizin kurumasında rol oynar.

Ofis Ortamı: Klimalar, kâğıt tozu, lazer ve fotokopi tonerleri, ortamda kuruluk ve gözün korneasını ( en öndeki saydam tabaka ) rahatsız edici kimyasal dengesizliklere neden olabilir.

Göz yüzeyindeki buharlaşma alanının artması: Kâğıttan bir yazı okurken genellikle aşağı doğru bakarız. Göz kapaklarımız, göz yüzeyinin önemli bir bölümünü kapar ve gözyaşının buharlaşmasını engeller. Ekrandan bir yazı okurken ise genellikle ileri doğru bakarız. Bu da göz kapakları arasındaki aralığı genişletir. Böylece gözyaşı daha geniş bir alanda buharlaşır.

Cinsiyet: Kadınlarda göz kuruması şikâyeti erkeklerden daha fazladır.
Yaşlanma: Yaşlandıkça gözyaşı üretimimiz azalır.

Nörolojik hastalıklar
Kontakt lens kullanımı: Lens kurudukça, göz kırpma sırasında üst göz kapağına yapışır ve rahatsız edici bir sürtünme hissi yayılır.

Kirpik diplerinde “blefarit” ismini verdiğimiz kepeklenme, kızarma.

Göz kapaklarının iç kısmına makyaj malzemesi sürülmesi.

Bilgisayara bakma sendromundan daha az etkilenmek için şu kurallara uyun:
Çevre aydınlatması fazla olmasın.
Ekran sizden 35 - 40 cm uzak olsun.
Saatte en az 2 kez başınızı ekrandan kaldırıp, uzağa doğru bakın.
Yılda 1 kez göz muayenesi olun.
Suni gözyaşı damlası kullanın (göz doktorunuza sorun).
Ofisinizin havasını nemlendirin.
Ekran filtresi kullanın.
Gözlük kullanıyorsanız, camları antirefle özellikte olsun.

ntvmsnbc

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53070&cat=220&dt=2008/01/27

Botoks öldürdü

Kırışıkları gidermek yapılan operasyonlarda 16 kişi öldü, 87 kişi hastanelik oldu.

Botoks operasyonları sonrasında 16 kişinin ölmesi, 87 kişinin de hastanelik olması üzerine İngiltere ve ABD’de tüketici dernekleri yasal düzenlemeler istedi..

Kırışıkları gidermek ve cildi gerginleştirmek için yapılan botoks nedeniyle 4′ü çocuk 16 kişinin ölmesi sonucu, İngiltere ve ABD’deki tüketici dernekleri geniş çaplı soruşturma talebinde bulundu. Botoks sırasında enjekte edilen ilaç nedeniyle ölümlerin haricinde 87 kişinin de hastanelik olduğunu belirten dernekler, “İlaçla ilgili yeni uyarılar konulmasını” talep etti. Hollywood ünlülerinden, ev kadınlarına dek pek çok kişi tarafından tercih edilen botoksun deri altında zararlı toksinlerle birleşerek “ölümcül” olabileceğini belirten uzmanlar, gençlerde riskin daha da fazla olduğuna dikkat çekti. ABD’nin en büyük ilaç izleme derneklerinden Public Citizen (Halk Vatandaşı) Amerikan Yiyecek ve İlaç İdaresi’ne (FDA) 180′den fazla rapor göndererek, botoks ilaçları üzerine “Ölüm riski taşır” ibaresi konulmasını istedi. Dernek sözcüsü Dr. Sidney Wolfes “Bunun yanı sıra Botoks operasyonlarında enjekte edilen ilaçların bazı kişilerde görme bozukluğu ya da kekemelik yaptığı gözlendi. İlacın yan etkileri olarak bunların belirtilmesini istiyoruz” dedi.

Ruhsatsız botoks toksik şok yapıyor

* Op. Dr. Zafer Atakan: 22 yıldır bu işin içindeyim, hiçbir ölüm vakası duymadım. Çin malı tabir edilen, ruhsatsız bir şekilde piyasada gezen ürünler toksik şoka neden olabilir.

* Op. Dr. Oytun İdil: Ölümlerin sebebi, kozmetik amaçla üretilmemiş toksinlerin doktorlarca seyreltilerek uygulanması… Botoks yaptıracak olanlar ilacın mutlaka gözleri önünde açılmasını istesinler ve prospektüsü okusunlar.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53099&cat=220&dt=2008/01/28

10 soruda su

Yaşamın temel taşı su hakkında bilmediklerimiz..

Mide salgısında da var, terimizde de; kanın içerdiği miktar ise 3-4 litre…

Su yaşamın olmazsa olmazı. Gün içinde bardakta içmesek bile yiyeceklerden, çay ya da kahveden su alıyoruz.

Sırma Grup Genel Müdürü Mehmet Davutoğlu 2007 yılında Türkiye’de 8 milyar litre su tüketildiğini, bunun 6.5 milyar litresini damacana, geri kalanını ise pet şişelerdeki suların oluşturduğunu söylüyor. Yapılan araştırmalara göre en çok su içenler 25-50 yaş grubu arasındakiler. 25 yaşın altındakiler genelde gazlı içecek tüketiyor.

1 İçme suyunda hangi mineraller var?
Su içinde kalsiyum, magnezyum, demir, nitrat, flor, çinko, sodyum bulunuyor. Bu mineralleri miktarı suyun kaynağına göre değişiyor. Bu minerallerin her birinin vücuda yararı ayrı… Satın aldığınız pet şişe veya damacana suyun üzerinde bu mineraller miktarlarıyla yazıyor.

2 Evimin yakınında kaynak su var, çok da lezzetli. Bir zararı var mı?
Pek çok yerde evinin yakınında kaynak suyu görenler bu suları bidonlara doldurarak evlerine taşıyor, gerek içme suyu olarak gerekse yemeklerde kullanıyorlar. Sırma Grup Genel Müdürü Mehmet Davutoğlu bilinmeyen bir kaynaktan alınan suyun tadının iyi olabileceğini belirtirken içindeki maddelere karşı uyarıyor: ‘Kaynağı bilinmeyen suyun içinde insan sağlığına zararlı metaller ve hatta siyanür bile olabilir.’

3 İşlenmiş su ve doğal kaynak suyu ne demek?
Doğal kaynak suyu kaynağından alınan ve hiçbir işleme tabi tutulmayan sulara verilen ad. İşlenmiş su ise çeşitli damıtma yöntemleriyle içindeki kireçten arındırılan ve mineral takviyesi ile tatlandırıcı katılan içme suyu çeşidi. Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Aytaç işlenmiş içme suyuyla ilgili şu bilgileri veriyor: ‘İşlenmiş içme suyu teknoloji uygulanarak elde ediliyor, içindeki mineraller dengeleniyor. Bu suyu içmenin sağlık açısından hiçbir sakıncası yok. Sağlığa zararlı olsa değil Türkiye, dünyanın hiçbir yerinde satışına izin verilmezdi.’

4 Musluktan su içilebilir mi?
Prof. Dr. Aykut Aytaç ‘İçilecek suyun fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özelliğine bakılır.

Eğer bir su yeterli arıtmadan geçiyor, klorlanarak dezenfekte ediliyorsa su nereden gelirse gelsin içilebilir’ diyor. Aytaç bu denetimin belediyelerce yapıldığına dikkat çekiyor.

5 Suyun işlenmiş olup olmadığını nasıl anlarım?
Üzerindeki bantın renginden. Nasıl mı? Pet şişenin üzerindeki markanın yer aldığı kağıdın kenarları kahverengi ise işlenmiş, mavi ise doğal kaynak suyu. Bu renkleri belirleyen merci ise Sağlık Bakanlığı.

6 Mineralli su zayıflatır, hazmı kolaylaştırır mı?
Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde soda veya maden sularının genel adı mineralli su oldu. Mineralli su içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkıyor. Soda ise su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde ediliyor.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Damcı mineralli suyun ne hazmı kolaylaştırdığını ne de zayıflattığını söylüyor: ‘Mineralli suyun içinde su ve tuz var. Bunlar insanın tuz ve su ihtiyacını giderir. Bir kişinin yemekten sonra içtiğinde yediklerinin bastırdığını düşünmesi içindeki tuzdandır. Aynı zamanda mineralli su zayıflatmaz.’ Damcı mineralli suyun içindeki tuz oranından dolayı tansiyonu yüksek hastaların çok fazla içmemesini tavsiye ediyor. Ayrıca ödemi olan hamilelerin de mineralli suyu çok fazla tüketmemesi gerektiğini söylüyor. Damcı ‘Maden suyunun ne kadar içilmesi gerektiği harcanan su ve tuz miktarına göre değişir. Örneğin yazın vücut çok fazla tuz ve su kaybettiği için daha fazla içilebilir’ diyor.

7 Günde sekiz bardak su içmek mi gerekiyor?
Bir kişinin günde kaç bardak su içip içmeyeceği o kişiye göre değişiyor. Prof. Dr. Taner Damcı sporcu kişiden oturarak çalışan kişiye göre günlük içilmesi gereken su miktarının değiştiğini söylüyor. Fazla su içilmesinin kandaki sodyum miktarını artırdığını belirten Damcı ‘ABD’de bir maraton koşucusu çok su içtiği için hayatını kaybetmişti’ örneğini veriyor. Ayrıca gün içinde tüketilen kahve, çay, bitki çayları, gazlı içecekler, meyve suları da vücudun su ihtiyacını büyük ölçüde karşılıyor. Büyük ölçüde diyoruz çünkü Taner Damcı çayın idrarla çıktığını belirterek içilen vücuda sağladığı su miktarının da böylece azaldığına dikkat çekiyor.

8 Suyun ömrü var mı?
Her şeyin olduğu gibi suyun da ömrü var; pet şişelerdeki suyun bir yılda tüketilmesi gerekiyor. Şişe sularının kapakları alüminyum olduğu için hemen tüketilmesi gerekiyor.

9 ‘Kaynamış suyun içindeki mineraller ölüyor içmeyin’ efsanesi doğru mu?
Prof. Dr. Aykut Aytaç ‘Mineraller canlı mı ki ölsün!’ diyerek bu efsanenin yalan olduğunu şöyle anlatıyor: ‘Öyle bir şey yok. Kaynatılan suyun tadı değiştiği için böyle düşünülmüş olabilir. Hatta özellikle yaz aylarında bulaşıcı hastalıklara karşı şüpheli suların kaynatılarak içilmesi gerekiyor. Diğer satın alınan sular için bu geçerli değil.’

10 Suyun pH dengesi ne olmalı?
pH, suyun asit ve baz durumunu gösteriyor. İzin verilen pH değeri 5.5 ile 8.5 arasında. Prof. Dr. Aykut Aytaç sudaki pH’ın değerlerin dışında olması durumunda insan sağlığını direkt etkilediğini söylüyor: ‘Eğer pH değeri izin verilen değerlerin dışındaysa suyun aşındırıcı etkisi artar, ağır metallerin çözülmesini de artırır. Örneğin bu su borulardan geçerken metallerin çözülmesini sağladığı için ağır metaller suya geçer.’

Star

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53153&cat=220&dt=2008/01/28

Duygusal tacize dikkat

Daha çok işyerlerinde uygulanıyor ve intiharla bile sonuçlanabiliyor..

Daha çok işyerlerinde görülen; ancak aile ortamında da yaşanmasına rağmen dışa yansıtılmayan yıldırma, bıktırma, sindirme, yok sayma anlamları da taşıyan duygusal taciz (mobbing), insanları intihara kadar varan problemlerle karşı kaşıya getiriyor. Çözümse geri adım atmak yerine direnmek.

Türkiye’de daha çok bayanlara uygulanan “mobbing”, iş verimi, personel arası birlik ve beraberliğin bozulması gibi problemlerle birlikte depresyona girme, hazımsızlık, mide spazmı, şiddetli baş ağrıları gibi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Duygusal taciz sadece işyerinde ortaya çıkmıyor. İnsanoğlunun var olduğu hemen her ortamda düşünce ve inanç ayrılığından kıskançlık ve cinsiyet ayrımına kadar her tür faktör duygusal tacize sebep olabiliyor. Duygusal taciz mağdurlarının yüzde 80 gibi büyük bir bölümünün bayanlar olduğu, bunun en büyük nedeninin de bayanların toplum içinde daha zayıf olmaları olarak gösteriliyor.

Duygusal tacizi, otorite olan kişilerin karşı tarafa kötü niyetle göstermiş olduğu saldırganlık veya kötü niyetli davranışlar olarak tanımlayan Kayseri Erciyes Üniversitesi Mediko Sosyal Sağlık Merkezi psikologlarından Uzman Doktor Yıldız Özkan Dereli, “Duygusal taciz daha çok yıldırma olarak nitelendiriliyor ve yaygın olarak aşağılama şeklinde ortaya çıkıyor. Çok fazla sorumluk verme veya hiçbir sorumluluk vermeme, gereğinden fazla eleştirme, fikir ve fiziksel görünüşleriyle alay etme, hiçbir konuda görüşlerini almama, selam vermeme, kapıyı çarpma, masaya dosya fırlatma gibi şekillerde görülebiliyor.” açıklamasında bulundu.

İşine bağlı zeki kişiler daha çok etkileniyor
Duygusal tacize uğrayan kişilerin daha çok pratik, zeki, işine bağlı, sorumluluk sahibi, kendini işine adamış, başarıya önem veren ve politik veya diplomatik davranmayıp olduğu gibi davranmayı tercih eden kişiler olduğunu vurgulayan Dereli, bu kişilerin kıskanıldığı, grubun çıkarlarına uymadıkları için böylesi olaylara maruz kaldıklarını bildirdi. Taciz uygulayanların, kendine güveni olmayan ve açık iletişim kuramayan kişiler olduğunu dile getiren Dereli, bu kişilerin daha çok kendini üstün göstermeye çalışan, ikiyüzlü, duyarsız, aşırı denetleyici, korkak, sinirli, korku ve güvensizliğini başkalarını alçaltarak kendini yükseltmeye çalışma gibi özellikleri olduğunu vurguladı. Tacize maruz kalan kişilerde güven kaybı ve kaygıyla birlikte iş veriminde düşüş görüldüğünü belirten Dereli, kaygı içinde olan kişilerin daha çok hata yaptığını, sinirlerine hakim olamayarak depresyona girdiğini ve intihara kalkıştıklarını söyledi.

Tacize uğrayan kişilerin kesinlikle kendilerini kurban rolünde görüp durumu kabullenmemesi gerektiğine dikkat çeken Dereli, ‘durumu idare edeyim’ düşüncesinin tacizciye fırsat vererek davranışların şiddetini artırarak devam etmesine neden olacağını kaydediyor.

Tacizciye kesinlikle duygusal tepki verilmemesi gerektiğinin altını çizen Dereli, “Zaten karşı tarafın amacı kişinin duygusal tepki vererek hata yapmasını ve haksız olduğunu ispatlamak. O nedenle ona karşı duygusal tepki vermek yerine o anda tepki vermeyip durumu ayrıntılı bir şekilde düşünerek mantıklı bir tepki verilmelidir. Tacizcilerle açık iletişim kurmaya çalışılmalıdır. Karşıdaki insanın neden böyle davrandığıyla alakalı bilgi sahibi olunmalıdır. Bilgi sahibi olunursa ne yapılacağı konusunda daha iyi kararlar verilebilir. Bununla birlikte yöneticilere de haber verilmelidir.” şeklinde konuştu.

İntihar kararından arkadaşım vazgeçirdi
Sağlık sektöründe çalışan ve yaklaşık bir yıldır iş arkadaşlarının psikolojik baskısına maruz kaldığını anlatan A.B. (27), yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İş disiplinimle üstlerimin beğenisini kazandım. Kısa sürede 6-7 kişilik grubumuzun sorumlusu yapıldım. O günden sonra şaşırtıcı bir şekilde ilk önce gruptan dışlandım. Daha sonra çirkin iftiralara maruz kaldım. Üstlerimle aram bozuldu. Depresyona girdim. Düşündüğüm tek şey intihardı. Yaşadıklarımı bir arkadaşımla paylaşınca beni vazgeçirdi. Şu anda yıldırmalar devam ediyor; ancak artık baş etmeyi öğreniyorum.” diyor. Özel bir firmada işçi olarak çalışan M.T. de şefinin uyguladığı baskılar sonrası iş değiştirmek zorunda kaldığını söylüyor. İşini ne kadar iyi yaparsa yapsın hiçbir zaman beğenilmediğini ifade eden M.T. diğer çalışanlara gösterilen toleransın hiçbir zaman kendisine gösterilmediğini ifade ediyor. Bu duruma ancak 9 ay dayanabildiğini dile getiren M.T. çareyi iş değiştirmekte bulmuş.

Zaman

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53240&cat=220&dt=2008/01/29

Yolculuklarda hareketsiz kalmayın

4 saati aşkın yolculuklarda, kanın bacaklarda toplanması ölüme bile sebep olabiliyor..

Hareket etmeksizin oturularak yapılan sık seyahatler ile 4 saati aşkın yolculuklarda, kanın bacaklarda toplanması ve dolaşım yavaşlamasının venöz trombo emboliye (bacaklarda kan pıhtılaşması) neden olabileceği, bu durumun sık rastlanmasa da ölümle sonuçlanabileceği bildirildi.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Ilgazlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sık seyahat edenler ile seyahatlerde 4 saatten fazla hareketsiz kalanların venöz trombo emboli riski taşıdığını, riskin seyahatten sonra 1 ay daha devam ettiğini belirtti.

Bacaklar oturur pozisyondayken diz eklemi ve büküm yerlerinin bir sıkışıklığa maruz kaldığını, bacaklardaki kan akışının damarların bükülmesinden dolayı kesintiye uğrayabileceğini ifade eden Ilgazlı, kanın bacakların alt kısmında göllenmeye başlaması ve rahat devir daim yapamamasına neden olduğunu söyledi.

Dolaşımın yavaşlamasından dolayı damar duvarında oluşan küçük bozukluklarda kanın yoğunlaştığına, kişinin yeterli sıvı almamış olmasının da etkisiyle diz altında birikmeye başladığına dikkati çeken Ilgazlı, şu bilgileri verdi:

”Kanın bacaklarda birikmesinin sonucu pıhtı oluşuyor, bu pıhtının bacak damarını tıkamasına ‘venöz trombo emboli’, buradan kopan parçanın dolaşım yoluyla akciğere gitmesi durumuna ‘akciğer embolisi’ (pulmoner emboli) oluşuyor.

Damarın tıkanmasıyla bacakta şişme, ağrı, kızarıklık, ödem oluşuyor. Eğer bu pıhtı kopar, dolaşıma katılır akciğer damarlarına gelir, burada büyük bir damarı tıkarsa öksürük, ani göğüs ağrısı, nefes darlığı oluşur, tıkanan damarın büyüklüğüne bağlı olarak terleme, tansiyon düşüklüğü, şok, ani ölüm dahi olabilir.”

Dünya Sağlık Örgütünün yılda 2 milyar insanın uçakla seyahat ettiğini, normal sağlıklı kişilerde bu durumun görülme olasılığını 6 bin uçuşta bir olduğunu açıkladığını dile getiren Ilgazlı, çok sık görülen bir durum olmadığına, ancak yalnızca uçak seyahatlerinin değil, otobüs, tren ve otomobil yolculuklarında da bu duruma dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı.

-EKONOMİ SINIF SENDROMU-
Uçak yolculuğundaki ‘derin ven trombozu’ adı verilen genellikle bacak veya baldır toplardamarlarında oluşan pıhtının bir parçasının yerinden kopup dolaşıma katılması durumunun, yaklaşık 70 yıl önce fark edildiğine değinen Ilgazlı, şöyle devam etti:

”Uçaklarda, koltuk araları daha dar, bacak hareketlerinin daha kısıtlı olduğu ekonomi sınıflarında risk artmasından dolayı 1980′li yıllarda buna ‘Ekonomi Sınıf Sendromu’ denilmiş. Ancak lüks sınıflarda da görülebilir, kişi lüks sınıfta da hareket etmeksizin seyahat ettiyse risk taşımaktadır.”

-TAVSİYELER-
Seyahatlerde, susuz kalanlar, şişmanlar, aşırı kısa ve aşırı uzun boylular, hamileler, yaşlılar, kanser, şeker ve tansiyon hastalığı olanlar ile daha önce cerrahi müdahale geçirmiş kişilerde riskin arttığına dikkati çeken Ilgazlı, yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

”Kan akışkanlığının artması için sıvı alınmalı, alkol ve kahve türü içecek kullanımından kaçınılmalı, bacaklara masaj yapılmalı, ayaklar sıklıkla çevrilerek, kasıp germe hareketleriyle kan dolaşımına katkı sağlanmalı. Uçak ve tren yolculuklarında koridorlarda küçük gezintiler, otomobil ya da otobüs seyahatlerinde ise 4 saati aşmayacak sürelerde molalar verilmelidir. Seyahatlerde sıkı çoraplar giymemek, bacakları çok sıkan dar pantolon giymemek, bacak bacak üzerine atmamak hayati önem taşımaktadır. Doğuştan, kalıtsal risk faktörü varsa, kişi önceden emboli geçirmişse hekim kontrolünde seyahat öncesi ve sonrasında kan sulandırıcı ilaç kullanılabilir.”

Ilgazlı, seyahatler dışında, bacağı kırık kişilerin, damar duvarları bozuk olan yaşlıların, şeker, hipertansiyon hastalarının da emboli oluşumu için risk taşıdığını kaydetti.

AA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53287&cat=220&dt=2008/01/29

Depresyon riskinin en yüksek olduğu yaş

Bilim adamları 80 ülkede 2 milyon kişi üzerinde araştırdı..

“Hayat 40′ında başlar” denilir ancak bilim adamları depresyon riskinin en yüksek olduğu dönemin 40′lı yaşlar olduğunu saptadı.

Bilim adamlarının 80 ülkede 2 milyon kişi üzerinde yaptığı veri analizine göre, insanların depresyona en açık oldukları yaş 44.

ABD’deki Warwick Üniversitesi ile Dartmouth Yüksek Okulu tarafından yapılan araştırmaya göre, depresyon riski gençken ve yaşlıyken en düşük seviyede bulunuyor.

Daha önceki araştırmalarda ise mutsuzluk ve depresyon riskinin yaşam boyunca görece sabit olduğu öne sürülüyordu. Riskin 40′lı yaşlarda zirveye ulaştığı yolundaki bu son araştırma ise tüm dünyada, her çeşit insan için durumun aynı olduğunu gösteriyor.

Profesör Andrew Oswald, “Bu durum erkekler ve kadınlar, bekarlar ve evliler, zenginler ve fakirler, çocuklular ve çocuksuzlar arasında aynı” dedi, ancak orta yaşın evrensel olarak neden en riskli yaş olduğunun tam olarak bilinmediğini söyledi.

Oswald, bunun sebepleri arasında, insanların bu yaşta kendi zayıflık ve güçlülüklerini benimsemeyi ve hayata geçirilemeyecek hayallerini bastırmayı öğrenmelerinin bulunabileceğini belirtti.

Bir başka ihtimalin de insanların akranlarının öldüğünü gördükleri bu yaş diliminde bir karşılaştırma yapma sürecinin devreye girmesi ve kalan yılları konusunda değerlendirme yapmaya başlamaları olduğu kaydedildi.

Prof. Oswald, ortalama bir insanda depresyonun öyle bir yıl içinde birdenbire gelmediğini yavaş yavaş ortaya çıktığını söyledi.

İnsanların çoğunun 50′lerine geldiklerinde bu depresif dönemden çıktıkları, 70 yaşına gelindiğinde ise 20 yaşındaki bir genç kadar mutlu ve sağlıklı olunabildiği kaydedildi.

Bu tür hislerin orta yaşta normal olduğunu bilmenin belki de insanların bu dönemi daha kolay atlatmalarına yardımcı olabileceği bildirildi.

AA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53304&cat=220&dt=2008/01/29

Donmaya dikkat

Uzmanlar, soğuktan nasıl korunabileceğinin yollarını anlattı…

Uzmanlar, hava çok soğuk ve rüzgar şiddetliyse, mümkün olduğunca dışarı çıkılmaması gerektiğini belirterek, şayet çıkmak zorunda kalınırsa, sürenin kısa tutulması ve sıkı giyinilmesi gerektiğini bildirdi. Dış giysilerin, sıkı dokunmuş ve tercihan rüzgar geçirmez olması gerektiğini ifade eden uzmanlar, yün, ipek ve sentetik giysilerin, ısıyı pamukludan daha iyi tuttuğunu kaydetti.

Soğuk havanın kalbe ekstradan yük bindirdiğini vurgulayan uzmanlar, “Kalp hastalığı ya da yüksek tansiyonunuz varsa, doktorunuza danışmadan soğuk havada dışarıda kar küreme gibi ağır işler yapmayın. Eğer iş görmeniz gerekiyorsa, iyi giyinin ve yavaş hareket edin. Unutmayın ki vücudunuz ısısını korumak için zaten gereğinden fazla çalışmaktadır, yükünü bir de siz arttırmayın. Rüzgarın hızı arttıkça vücudunuzdan ısı kaybı hızlanır. Rüzgar çok şiddetliyse, çok soğuk olmayan havada bile sağlık sorunlarıyla karşılaşabilirsiniz” uyarısında bulundular.

Hipotermi: Vücut sıcaklığının aşırı derecede düşmesi

Soğuk havada vücudun, ürettiğinden daha fazla ısı kaybettiğini söyleyen uzmanlar, soğuğa maruz kalınan süre uzarsa, sonunda vücudun birikmiş enerjisinin tükeneceğini belirtti.

Vücut sıcaklığının anormal derecede düşmesine ‘hipotermi’ adı verildiğini ifade eden uzmanlar, bu durumun, beyni etkileyerek düşünme ve hareket etme fonksiyonlarının bozulmasına yol açtığını bildirdi.

Hipoterminin, genellikle çok soğuk ortamlarda ortaya çıktığına dikkat çeken uzmanlar, ancak kişi, yağmur, terleme ya da suya düşme sebebiyle ıslandıysa, çok soğuk olmayan havada bile (5 oC’nin üzerinde) görülebileceğini kaydetti.

Uzmanlar, hipotermi riski taşıyanları şöyle sıraladı: Yeterli yiyeceği, giysisi ve ısınması olmayan yaşlılar, Soğuk odada uyumaya bırakılan bebekler, uzun süre dışarıda kalanlar (evsizler, yürüyüşçüler, avcılar vb.).

Hipoterminin uyarıcı belirtilerini, titreme, aşırı yorgunluk, dalgınlık, ellerin tutmaması, hafıza kaybı, peltek konuşma, uyku hali, parlak kırmızı, soğuk cilt ve az hareket olarak açıklayan uzmanlar, bu belirtilerden herhangi biri farkedildiğinde, kişinin ateşi 35 derecenin altındaysa durumun acil olduğunu ve derhal doktora başvurulması gerektiğini bildirdi.

En çok burun, kulaklar, yanaklar, çene, el ve ayak parmakları donuyor

Donmayı, ‘vücudun bir kısmının donma sonucu zarar görmesi’ olarak ifade eden uzmanlar, etkilenen bölgelerde duyu kaybı ve renk değişikliği olduğunu belirtti.

En çok donan yerlerin burun, kulaklar, yanaklar, çene, el ve ayak parmakları olduğunu kaydeden uzmanlar, donmanın, vücutta kalıcı hasara, ağır vakalarda ise organların kesilmesine yol açabileceği uyarısında bulundu.

Kan dolaşımı bozukluğu olan ve giysileri yeterli olmayanlarda donma riskinin daha fazla olduğuna dikkat çeken uzmanlar, ciltte kızarma ve ağrı hissedildiğinde hemen kapalı bir yere gidilmesini veya o bölgenin örterek korunmasını istedi.

Cildin beyaz veya sarı-gri bir renk alması, cildin sertleşip mum gibi olması ve duyu kaybı gibi belirtiler görüldüğünde doktora başvurulması gerektiğini vurguluyan uzmanlar, doktora ulaşamayacak durumda olunduğunda ise şunların yapılması gerektiğini bildirdi: “Hemen ılık ve kapalı bir yere gidin.

Ayakları donan kişi, çok gerekmedikçe yürümemelidir. Yürümek doku hasarını arttırır.
Donan kısmı, ılık (sıcak değil) suya sokun. Suyuk sıcaklığı, normal cildin dayanacağı kadar olmalıdır.
Ya da donan kısmı vücut ısınızla ısıtın. Örneğin el parmaklarını koltuk altında tutun.
Donan kısma masaj yapmayın, karla ovmayın. Bu hasarı arttırır.
Isıtmak için ateş, soba, cep sobası vb. kullanmayın. Donan kısımlar hissetmediğinden kolaylıkla yanabilir”.

İHA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53318&cat=220&dt=2008/01/29

Tatilde uçak için erken saatleri seçin

Bu uyarıları dikkate alın!

Çoluk-çocuk, ailece bir sömestr tatili yapmaya hazırlanıyorsanız Dr. Gülnihal Şarman’ın uyarılarını dikkate alın: Uçakla yolculuk yapacaksanız sabah saatlerini seçin, arabayla yolculuk yapacaksanız ateş düşürücüyü unutmayın…..
Klinilk Çocuk ve Genç Sağlığı Merkezi hekimlerinden Yenidoğan ve Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülnihal Şarman, tatilde çocuklarıyla yolculuğa çıkacak ailelere yönelik soruları yanıtladı:

Tatil yerinin seçiminde nelere dikkat edilmeli ?
Öncelikle çocuklara uygun bir ortam seçmeniz gerekir. Çocuklarınız ilkokul çağından küçüklerse, otel seçimi çok önemlidir. Otellerde mönü seçenekleri sunulmalı. Çocuklarınızın ağızlarına asla koymayacakları, karmaşık mönüler değil, seçeneklerin sunulduğu açık büfeleri tercih etmelisiniz. Örneğin sabah kahvaltısında yumurta seçenekleri olmalı; rafadan sert yumurta, sahanda yumurta, omlet çeşitlerinin olması onlara son derece çekici gelecektir. İştahsız ve çok seçen bir çocuğun kendi omletini hazırlatması son derece keyif verecek, evde yemediği kadar tatilde yemekten zevk almasını sağlayacaktır. Yumurta ile verdiğimiz bu örnek diğer tüm öğünler için de geçerlidir… Eğer açık büfe seçenekleri yoksa, ısmarladığınız yemeklerin çoğu sofraya geldiğinde çocuğunuz burun kıvırır, siz de sinirlenirsiniz…

DÖRT YAŞINDA KAYAK BAŞLAR
Çocuklar kaç yaşından itibaren kayak kayabilir ?
Daha neredeyse ‘dayday’ durmayı yeni öğrenen İsviçreli bebeklerin ayaklarına 2 yaşındayken kayaklar takılmakta, 3 yaşındaki İsviçreli bebekler ise sizi bile kıskandıracak kıvraklıkla kayabilmektedirler. Onların anne-babaları hatta anneanneleri de öyle öğrenmiş bu sporu… Türkiye’de kayak okulları 4-5 yaşından önce çocukları kabul etmez. Çocuğun talimat alabileceği, yeni bir grupta birey olarak davranabileceği, öğretmeni dinleyip uygulayabileceği en uygun yaş budur. Tatilde geçirdiğiniz her gün, çocuğunuz kayağa daha fazla alışacaktır.

Çocuğu kış tatillerinde nasıl giydirmeli ?
Eğer soğuk iklime alışık değilseniz mutlaka yanınıza kalın kıyafetler almalısınız. Kayak ve kış tatillerinde en önemli nokta kat kat giyinmektir. Güneşli bir havada katlar azaltılmalı, hava soğuduğunda, soğuk ve su geçirmeyen bir mont giyilmelidir. Donma özellikle ‘uçlardan’ olacağından, parmak uçları da kapalı olan eldiven, kalın çoraplar ve gerekirse de burnu kapamak üzere boyunluk veya kaşkol giyilmelidir. Çocuklara bu önlemler anlatılmalıdır. Üşümede hangi bölgelerin kapanması gerektiğini kayak yapan her çocuğa yaşına uygun bir dille anlatmak gerekir.

DİKKAT! KIŞ GÜNEŞİ YAKAR
Dağda güneşe dikkat!
Kış tatilinde en beklenmedik kaza güneş yanıklarıdır. Güneş ışınlarının beyaz kardan her yönden yansıması nedeniyle karda güneş yanıkları çok sık olur. Örneğin biz çocuklarımızla gittiğimiz bir kayak tatilinden ikinci derecede güneş yanığı ile dönmüştük! Bu hem çok ağrılı hem de cilt kanseri için ileride sakıncalı olacak bir durumdur. Çocukların yüz, ense ve boyunlarına, dışarı çıkmadan yarım saat önce güneş koruyucu krem uygulamak gerekir. Bulutlu günlerde bile bunu yapın. Güneş koruyucu kremin koruma faktörü 40-50 SPF (sun protection factor) olmalı.

Çocuklar uçak yolculuğundan sonra hastalanabiliyorlar. Sizce uçuştan rahatsız olmadan tatilini geçirmesi için nasıl önlem alınmalı?
Uçuşların çok kalabalık olmadığı saatleri tercih edin. Uçak temizliği gece yapıldığından sabah uçuşlarını tercih edin. Ellerinizi sık sık yıkayın; yanınızda antibakteriyal özelliği olan ıslak mendillerden bulundurun. Yakınınızda nezleli bir kişi oturuyorsa ve başka boş yerler varsa koltuğunuzu değiştirin. Kulak ağrısını önlemek için kalkış ve inişlerde çocuğunuza sakız verin, rahatlatır.

Esra Tüzün- Sabah

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53336&cat=220&dt=2008/01/29

Kadında cinsellik damarlara bağlı

Damar sertliğinin kadınlarda cinsel işlev bozukluğuna neden olduğu ortaya çıktı.

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tufan Tarcan, damar sertliğinin kadınlarda da cinsel işlev bozukluğuna neden olduğunu söyledi.

Tarcan, yaşlanma ile birlikte çok sayıda kadının yaşam kalitesini düşüren cinsel işlev bozukluklarına idrar kaçırma ve işeme sorunlarının eklendiğini belirtti. Kadınların, yaşadıkları bu sıkıntının yaşlanmadan kaynaklandığını zannederek durumlarını kabullendiklerini söyleyen Prof. Dr. Tarcan, bu duruma pelvis bölgesindeki damar sertliğinin neden olabileceğini vurguladı.

TEDAVİSİ MÜMKÜN
Prof. Dr. Tarcan, şunları söyledi: “Bu duruma hipertansiyon, arterosklerotik damar hastalığı, diyabet gibi hastalıklar neden olabilir. Kadınlarda yaşam kalitesini düşüren bu rahatsızlıkların tedavisi mümkün.”

Bugün

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53295&cat=220&dt=2008/01/29

Erkek-kadın hormonu karıştı

Erkekler kadınlaşıyor, kadınlar erkekleşiyor! Peki nasıl oluyor? İşte yanıtı..

Hayvanlarda gelişmeyi hızlandırıcı olarak kullanılan hormonlar, bu hayvanların etini ya da sütünü tüketenlerin cinsiyetini olumsuz etkiliyor. Kadınlarda erkeksi, erkeklerde kadınsı özellikler görülüyor. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fethi Doğan, gelişigüzel şekilde kullanılan ve yediğimiz gıdalarla vücudumuza giren hormonların tehlikeli sonuçlar doğurduğunu açıkladı.

Hayvanlarda gelişmeyi hızlandırmak, et ve süt miktarını artırmak için kullanılan hormonların, söz konusu ürünleri tüketenlerde karşı cinsin özelliklerinin görülmesine yol açtığını belirten Prof. Doğan şöyle konuştu:

KANSER RİSKİ VAR
“Testosteron ve trenbolon asetat gibi androjenik hormonla beslenen hayvanları yiyen kadınlarda erkekleşme ve adet düzensizliklerinin geliştiği, östrojenik hormon kalıntılarının kızları erken ergenliğe ulaştırdığı ve göğüs kanseri riskini arttırdığı, erkeklerde ise östrojenli hormon alan hayvan eti yemekle kadınsılaşma, iktidarsızlık belirtileri hatta kısırlaşma yarattığı ve bedenlerinde göğüs, kalça gelişmelerinin arttığı görülmektedir.”

ABD VE AB’DE KULLANIMI YASAK
Bu hormonlar arasında en yaygın olanların “Steroid” ve “Androjenik” olduğunu belirten Doğan, çarpıcı açıklamalarda bulundu: n Bu hormonların sığır ve koyunlarda, kanatlılarda ve hatta kültür balıkçılığında kaçak olarak yaygınca kullanıldığı biliniyor. n Bu maddelerin kullanımı Amerika Birleşik Devleri ve AB’de uzun süredir yasak. n Steroid hormonlarından “Östrojen”, “Testosteron” ve “Progesteron”un cinsiyet hormonu olmaları sebebiyle tespit edilmeleri çok zordur.

YASAL DÜZENLEMELER YETERSİZ
Hayvanların ağırlığını kısa sürede hızla arttıran hormonların ithalinin yasak olduğunu belirten Prof. Fethi Doğan ülkemizdeki durumu anlattı: “Bu hormonların 1992’de ülkemizde ithali yasaklanmış olmasına rağmen piyasada bol bulunuyor. 2005 tarihli Yem Yönetmeliği’nde her türlü hormon hayvan besiciliğinde yasaklanmıştır. İlgili yönetmelikte, ‘Bakanlık halk sağlığını korumak amacıyla tebliğle yasaklanmış maddelerin kalıntılarını arayıcı yönde kontroller yapar’ denmektedir. Ancak burada düzeyli bir ceza ve caydırıcılık mevcut değil.”

3 İLDE LABORATUVAR VAR
Ankara, İstanbul, İzmir dışında kontrol laboratuvarlarının mevcut olmadığının altını çizen Prof. Doğan, “Bu illerde de hayvanlardan analiz için örnek alıp inceleme çalışması başlatılmamıştır. Veteriner hekimlerin hayvan çiftliklerine yönlendirilip örnek toplamalarının sağlanması gerekmektedir” diye konuştu.

ÇOCUKLAR DAHA ÇOK ETKİLENİYOR
Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Çocuk Endokrinoloji Büyüme ve Ergenlik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, hormonlu gıdaların özellikle çocukları çok etkilediğini söyledi. Prof. Dr. Büyükgebiz, şöyle konuştu: “Düzensiz kullanılan hormonlar çocuklarda östrojen etkisi yapıyor. Hormon dengesinin bozulması, kızlarda adet ve meme büyümesi gibi erken ergenlik yaşanmasına sebep olurken, erkeklerde meme büyümesi, sperm sayısında azalma gibi rahatsızlıklara yol açıyor.” Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Türkiye’de besi ve süt amaçlı hormon kullanımının yasak olmasına rağmen uygulandığını söyledi.

BUGÜN

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53393&cat=220&dt=2008/01/30

Korkutan kanser araştırması

Kanserden ölümlerin 2020 yılına kadar iki kat artabileceği belirtildi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (UAEK) Cenevre’de düzenlediği seminerde, 2005’te 7,6 milyon kişinin kanserden öldüğü hatırlatıldı ve bu sayının 2020’ye kadar iki kat artabileceği uyarısında bulunuldu.

Seminerde, dünyadaki ölümlerin yüzde 12,5’ine kanserin neden olduğu, dolayısıyla kanserin AIDS, tüberküloz ve sıtmadan daha fazla can aldığı kaydedildi.

Önümüzdeki 10 yılda gelişmekte olan ülkelerde yeni kanser vakalarının yaklaşık yüzde 70 oranında artacağına dikkati çeken UAEK, araştırma ve tedavi için gerekli kaynak ve alt yapının olmadığı bu ülkelere 10 yılda bir milyar dolar ek yardım yapılmasını istedi.

Bir UAEK yetkilisi de, hastalığın etkin biçimde tedavi edilmesi halinde vakaların üçte birinin engellenebileceğini ve üçte birinin kısmın iyileşebileceğinin altını çizdi.

UAEK, özellikle gelişmekte olan ülkelere radyoterapi cihazları temin etmek ve bu cihazları kullananların eğitimine katkıda bulunmak amacıyla 2004’te bir program başlatmıştı.

AA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53421&cat=220&dt=2008/01/30

Bademcik ne zaman alınmalı ?

Okul dönemindeki çocukların en büyük sorunları arasında yer alan bademcik hakkında her şey…

Klinilk Çocuk ve Genç Sağlığı Merkezi Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Vural, okul dönemindeki çocukların en büyük sorunları arasında yer alan bademciklere ilişkin soruları yanıtladı:

* Okul döneminde çocukların bademciklerini aldırmak gerekir mi?
Hayır öyle bir şey yok. Bademcikler çocuk hastalıkları uzmanı (pediyatrist) ve kulak-burun-boğaz uzmanının ortak kararı ile alınmalıdır. Enfeksiyonlar yeterince tedavi ediliyorsa, bademcikleri aldırmaya gerek yoktur. Ancak eğer kronik enfeksiyon varsa ve bu çocuğun nefes almasını özellikle de geceleri engelliyorsa, tek taraflı büyümüşse veya apse varsa, bu durum çocuğun büyüme gelişmesini etkilemişse, o zaman bademcikler alınabilir.

NE ZAMAN ALINMALI?
* Bademcikler alınmazsa, boğaz enfeksiyonu kalp ve böbreklere zarar vermez mi?
Hayır, tam tedavi edilen hastalık bu tür sorunlar yaratmaz. Ayrıca bademcikleri aldırmak, streptekok denilen mikrobu ortadan kaldırmaz. Eğer o mikrop çocukta varsa, vücutta etkisini gösterir. Mikrobun mutlaka bademciği etkilemesi gerekmez.

Bademcikler ne zaman cerrahi girişim gerektirir?
* Bir sene içinde 7 ve daha fazla tonsillit hastalığı görülmüşse,
* İki sene içinde senede en az 5 tonsillit atağı oluşmuşsa,
* Solunumu engelleyecek kadar büyük bademcikler oluşması ya da
* Peritonsiller apse oluşumu hallerinde bademcikler alınmalıdır.

* Çocuğun bademcikleri okula başladıktan sonra birkaç kez şiştiyse ve doktoru bademciklerin alınmasını öneriyorsa, ne yapılmalıdır? Sizce yarıyıl tatili iyi bir zaman mıdır, yoksa yaz tatili mi beklenmelidir?
Bademcik her şiştiğinde bu bir bademcik enfeksiyonu olarak değerlendirilmemelidir. Bademcik enfeksiyonlarının yılda 7 ve daha fazla olduğu durumlarda veya KBB uzmanlarının gerekli gördüğü durumlarda, bademcik ameliyatı yapılması kararı alınmaktadır. Ancak enfeksiyonun 7 kere tekrarlaması durumunda KBB uzmanı bu konuda karar verebilir. Daha az tekrarlanıyorsa, yazı beklemekte fayda var.

* Çocuğun bademcikleri lazerle mi alınmalı? Devlet hastanelerinde bu sistem yok. Klasik yöntem çocuğu riske sokar mı?
Bu gibi durumlarda çocuk doktorları hastalarını pediatrik kulak-burun-boğaza yönledirmelidir. Çocuk için en uygun ameliyat yönteminin ne olacağına KBB uzmanı ile doktoru karar vermelidir.

GENİZ ETİ SORUNU
* Çocukta geniz etine bağlı olarak tekrarlayan orta kulak iltihabı ve sinüzit varsa, yarıyıl tatili geniz etini aldırmak için doğru zaman mıdır?
Tekrarlayan orta kulak iltihabı ve sinüzit durumunda geniz etlerinin alınması gerekebilir. Bu durumda hastayı takip eden çocuk doktoru ile KBB doktorunun karşılıklı olarak görüş alışverişinde bulunmasında yarar vardır.

Sabah

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53497&cat=220&dt=2008/01/30

Soğuk havalarda kalbe dikkat

Aşırı soğuklarda ağır işler yapmanın kalp krizini tetiklediği açıklandı.

Kışın aşırı soğukların insan sağlığını olumsuz etkilediği bildirildi. Aşırı soğuklardan yaşlılar ve çocukların daha fazla etkilendiği ortaya çıktı.

Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Hasan Vural soğuk havaların kalbe ekstradan yük bindireceği ve kalp krizi riskini tetikleyeceği uyarısını yaptı. Dr. Hasan Vural, “Kalp hastalığı ya da yüksek tansiyonunuz varsa, soğuk havada dışarda ağır işler yapmayın. Rüzgarın hızı arttıkça vücudun ısı kaybı da hızlanır. Havaların soğumasıyla birlikte kalp rahatsızlıklarında gözle görülebilir artış yaşanır” dedi. Dr. Vural, “Yaşlı kişilerde vücudun hava sıcaklığına uyum gösterme yeteneği azalır. Yaşlıların soğuğa karşı daha duyarlı oldukları unutulmamalı” diye konuştu.

BEBEKLERE DİKKAT
Yaşını doldurmamış bebeklerin hiçbir zaman soğuk odada uykuya yatırılmaması gerektiğini de kaydeden Dr. Hasan Vural, bebeklerin vücut ısısını yetişkinlerden daha hızlı kaybettiği, yetişkinlerin titremeyle ve vücut ısısını artırabileceği, ancak bebeklerin bunu yapamayacağını ifade etti.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53511&cat=220&dt=2008/01/30

Uyuşturucu tedavisinde devrim

Amerikalı araştırmacılar bağımlılığı ortadan kaldırabilecek bir aşı geliştirdi.

Houston’daki Baylor Tıp Fakültesi’nde 1995′ten bu yana bu aşı üzerinde çalışan psikiyatri ve nöroloji Profesörü Thomas Kosten, aşının, bağışıklık sisteminin uyuşturucuyu yabancı madde olarak kabul etmesini ve buna saldırmaya zorunlu kılmasını sağladığını belirtti.

Hastaya uyuşturucunun, vücudun bunu tehdit olarak kabul edeceği bir proteinle birlikte değişik bir türevinin verildiğini anlatan Kosten, vücudun bunun üzerine antikor üretmeye başladığını kaydetti. Aşının insanları uyuşturucu bağımlılığına düşme çıkmazından kurtarmak için umut olabileceğini belirten Kosten, aşının en çok kokain bağımlılığında etkinliğinin saptandığını, ancak metamfetaminler, eroin ve hatta sigara bağımlılığı için kullanılabilmesi için çalışmaların sürdürüleceğini ifade etti.

Vücudun almak istediği kokain miktarını aşamalı olarak azalttığını kaydeden Kosten, uyuşturucu kullanıldığında vücudun antikor üretiminin de artacağını, kokain almaya devam edildiğinde, aşının etkilerinin de giderek daha çok artacağını anlattı. Kosten, kokain bağımlılığına karşı aşının testlerinde 3 aylık süreçte 5
enjeksiyonluk tedavi uygulandığını belirtirken, aşının Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanabilmesi için daha büyük ölçekli deneyler yapılması gerektiğini kaydetti.

Amerikalı araştırmacı, sigara bağımlılığına karşı bazı Avrupalı araştırmacıların benzer aşı geliştirmekte olduklarını, ancak kendi aşılarının kokain için daha ileri olduğunu belirtti.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53517&cat=220&dt=2008/01/30

Antibiyotiğin gribe faydası yok

Bol bol C vitamini içeren meyveleri yemek gribi önleme konusunda daha başarılı..

Avrupa Grip Gözlem Komitesi ve Avrupa Hastalıktan Korunma ve Kontrol Merkezi’nin “A-H1″ adlı yeni bir tür grip virüsünün salgın haline geldiğini açıklamasıyla birlikte, grip virüsü tekrar mercek altına alındı.

Gribin, influenza virüsünün yol açtığı bir solunum yolu hastalığı olduğunun bilindiği gibi antibiyotiklerin bu konuda herhangi bir faydası olmadığını belirten Vehbi Koç Vakfı (VKV) Amerikan Hastanesi Check - up uzmanı Dr. Hayri Aydın, bütün üst solunum yolu şikayetlerinin de grip olmadığını söyledi.

Genel olarak gripte ateş, burun akıntısı, boğaz ağrısı, kas ve eklem ağrıları, öksürük, halsizlik gibi şikayetlerin görüldüğünü ifade eden Dr. Aydın,

“Bunların diğer solunum yolu virüslerinin de ürettiği şikayetler olduğu düşünülecek olunursa ayırım yapmak çok kolay değil. Ancak gripte genellikle bu belirtiler biraz daha ağır seyreder. İnfluenza virüsüne karşı yeni antiviraller geliştirilmiştir. Bunlar özellikle ilk 24-48 saat içinde alındığı zaman etkinlikleri olan, hastalığın daha hafif ve daha kısa sürmesini sağlayan ilaçlardır. Grip olduğunu düşünen insanların bir an önce bir doktor ile görüşmesi ve bu konuda önerilerini alması uygun olacaktır” dedi.

Aydın, bol bol C vitamini içeren meyveleri tercih etmenin grip önleme konusunda yapabilecekler arasında yer aldığını belirterek,

“Grip virüsü, hastalıklı insanların virüsü olduğu vücut salgılarına dokunmuş olan elleri ile başka yerlere dokunmaları ve daha sonra burayla temas eden sağlıklı insanların ellerini ağız ve burunlarına götürmeleri ile vücuda girer. Gripten korunmak için özellikle elleri sık sık yıkamalı. Eğer yıkamak mümkün olmuyor ise alkol bazlı dezenfektan, temizleyici maddeler ile temizlemeli. Hastalığı olanların topluluklara karışmaması, özellikle çocukların okula gönderilmemesi önemli olacaktır” diye konuştu.

Grip aşısının bir önceki senenin ilkbahar aylarında aktif olan grip türlerinden hazırlandığını ve bir sonraki sene piyasaya sürüldüğünü hatırlatan Aydın,

“Dünya Sağlık Örgütü (WHO) aşı hazırlama sürecinin her aşamasında oldukça faaldir. Her yıl 250 milyon aşı hazırlatılır. Tabi ki grip virüsü çok çeşitli yapılarda olabileceği için her zaman yüzde 100 tutması beklenemez. Ancak genelde grip aşısı olanlar gribi daha hafif geçirmektedirler” açıklamasında bulundu.

Dr. Aydın, toplumun grip ve komplikasyonlarına en açık olan kesiminin aşı olmasının korunma açısından önemli olduğunu dile getirerek, özellikle 65 yaş üstü hastaların hepsinin, 18-65 arası hastalarda ise kalp ve akciğer hastalıkları, diyabet, kanser, veya başka bir kronik hastalığı olanlarla diyalizdeki hastaların, uzun süreli kortizon ve bağışıklığı baskılayıcı ilaç kullanmak zorunda olanların mutlaka grip aşısı olma konusunda doktorlarına danışması gerektiğinin altını çizdi.

İHA

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53523&cat=220&dt=2008/01/30

Tüp bebekte 7′nci sıradayız

Dünyada 7′nci tüp bebek pazarı Türkiye oldu..

Türkiye’de 2005′te 20 bin olan tüp bebek sayısı 2007′de iki katına çıktı.

Türkiye’de, 2007 yılı sonu itibariyle yaklaşık 40 bin tüp bebek uygulaması yapıldığı, yumurtlama ve aşılama işlemleri dahil yaklaşık maliyetin 300 milyon doları bulduğu bildirildi.

Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, Sağlık Bakanlığı’nın Haziran 2007′de SSK’lıların da Emekli Sandığı ve BAĞ- KUR’lular gibi tüp bebek uygulamasından yararlanabilmesinin önünü açmasıyla, tüp bebek için hastanelere ve özel tüp bebek merkezlerine yapılan başvurularda önemli ölçüde artış olduğunu söyledi.

Devletin, Emekli Sandığı, BAĞ-KUR ve SSK’lı hastalara tüp bebek tedavisi için bin 150 YTL yardım yaptığını ve ilaç masraflarının yüzde 80′ini karşıladığını anımsatan Tıraş, “Türkiye’de 2005′te 20 bin tüp bebek uygulaması yapılırken, bu sayı 2007 sonu itibariyle yaklaşık 40 bine çıktı. Ama olması gereken sayı en az 150 bindir” diye konuştu.

İSVEÇ’TEKİ ORAN YEDİDE İKİ
İsveç’te her 7 bebekten 2’sinin tüp bebek olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Bülent Tıraş, tek tüp bebek uygulaması için maliyetin 3 bin 500 - 4 bin YTL civarında olduğunu, bunun altındaki maliyetlerin ise gerçekçi olmadığını kaydetti. Türkiye’deki tüp bebek uygulamalarında hastaların kullandığı ilaçları temin eden 4 firmadan birinin temsilcisi İlknur Karakulak ise, Türkiye’nin dünyada 7′nci en büyük tüp bebek pazarı haline geldiğini belirtti.

İLK 6 ÜLKE

1- İsrail
2- Fransa
3- İspanya
4- İngiltere
5- Amerika
6- Almanya

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53594&cat=220&dt=2008/01/31

Hamilelerde tiroid tehlikesi

Troid bezi hastalıkları anne adaylarının hayatını tehdit ediyor…

Tiroit bezi fonksiyonlarındaki aksaklıkların hamilelik sürecinde fark edilmemesinin, düşük riskine, doğacak çocukta zeka geriliğine neden olabileceği ve kimi durumlarda anne adayının hayatını tehlikeye sokabileceği beirtildi.

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hamileliğin kimi anne adayları için rutin kontroller ve hekim desteğiyle tehlikesiz ve huzurlu bir şekilde atlatılacak bir dönem, kronik rahatsızlıkları olan anne adayları ve doğacak bebek içinse temkinli yaklaşılması gereken bir süreç ouğunu söyledi.

Özellikle tiroit bezi fonksiyonlarındaki aksaklıkların hamilelik sürecinde fark edilmemesinin hem anne adayı hem bebek açısından ciddi sağlık problemlerine yol açabileceği uyarısında bulunan Şatıroğlu, tedavi edilmeyen tiroit hastalıklarının doğacak çocukta zeka geriliğine neden olabileceğine dikkati çekti. Şatıroğlu, “Hamilelik sürecinde yaşanan tiroit hastalıkları, bebekte zeka geriliğine, düşüğe ve anne karnında ölüme neden olabilir hatta anne adayının hayatını riske sokabilir” dedi.

HİPOTİROİDİ, BEBEĞİN GELİŞİMİNİ ETKİLİYOR”
Şatıroğlu, hamilelik sürecinde tedavi edilmeyen “hipotiroidi” nin (yetersiz tiroit salgılama), doğacak bebekte ciddi komplikasyonlara neden olabileceğini söyledi.

Bebeğin, hamileliğin birinci yarısında sağlıklı gelişebilmesi için anneden plasenta yolu ile tiroit hormonu alması gerektiğini ifade eden Şatıroğlu, annedeki tiroit azlığı sebebiyle bebeğin ihtiyaç duyduğu tiroidi alamadığını belirtti.

Şatıroğlu, hamileliğin ikinci 3 aylık döneminde bebeğin beyin gelişiminin başladığını belirterek, “Bu nedenle ikinci 3 aylık dönemde oluşan hipotiroidi, çocuğun beyninde geri dönüşümsüz bozukluklara neden olur. Gebeliğin ikinci yarısında annedeki tiroit hormon azlığı çocuğun IQ’sunun normale göre düşük olmasına, tedavi edilmeyen hamilelerde ise çocuğun IQ’sunun normalden çok daha düşük olmasına yol açar. Tedavi edilen vakalarda ise çocuğun IQ’su normaldir” dedi.

“HİPERTİROİDİ, DÜŞÜK RİSKİNİ ARTIRIYOR”
Hamile bir kadında tiroit hormonlarının aşırı düzeyde üretilmesinin “hipertiroidi” olarak adlandırıldığını belirten Şatıroğlu, her bin gebeliğin 1-2’sinde hipertiroidinin görülebildiğini söyledi.

Şatıroğlu, hastalık hamileliğin erken evresinde ortaya çıkarsa bebeğin anne karnında ölümü, düşük ya da bebekte gelişme geriliğinin görülebileceğine işaret ederek, “Hastalık, hamileliğin son aylarında ortaya çıkarsa bebekten ziyade annenin hayatı tehlikeye girer” diye konuştu.

Şatıroğlu, bu hastalığı taşıyan kadınların adet periyotlarının da düzensiz olabileceğini ve gebe kalmada sıkıntı yaşayabileceklerini söyledi. Hipertiroidi hastası olan anne adaylarına uygulanabilecek tedavi yöntemlerinin zor olduğunu belirten Şatıroğlu, şunları kaydetti:

“Bu tür hastalara genellikle ameliyat yapılmaz. Bunun nedeni yüksek tiroit hormonları varlığında anestezi vermenin çok riskli olmasıdır.

Ayrıca bu hastalarda radyoaktif iyot (RAI) tedavisi de kesinlikle uygulanmaz. Kullanılabilen tiroit karşıtı ilaçlar ise çok etkili olmaz ve de bebek üzerine zararlı etkileri olur. Zehirli guatrı hafif düzeyde olan hamilelerde pasif takip yani ilaçsız yakın takip yapılabilir ve gerektiğinde ilaçla müdahale edilebilir.” Şatıroğlu, çarpıntı, terleme, kilo kaybı ve boğazda şişliğin hipertiroidinin en önemli belirtileri olduğunu ifade ederek, anne adaylarının bu gibi durumlarda vakit kaybetmeden doktora gitmeleri gerektiğini söyledi.

TİROİT TESTLERİ YAPILMALI”
Hamilelik öncesi tiroit fonksiyonlarının kontrolünün yapılması gerektiğini vurgulayan Şatıroğlu, doğuma yakın dönemde tiroit fonksiyon testlerinden serbest T3, serbest T4 ve TSH’la birlikte tiroit antikorları denilen Anti TPO ve Anti Tg değerlerine bakılması gerektiğini söyledi.

Şatıroğlu, tiroit sorunuyla karşılaşan gebenin ihtiyaç duyduğu tiroidi ilaç tedavisi ile karşılayabileceğini belirterek, doğum sonrasında da annenin kontrollere devam etmesi ve tedaviyi sürdürmesi gerektiğini dile getirdi.

Normal yollarla çocuklarının olmadığı gerekçesiyle tüp bebek merkezlerine başvuran hastaların ilk olarak tiroit fonksiyonlarının gözden geçirildiğini ifade eden Şatıroğlu, “Tüp bebek tedavisinde başarı oranını yükseltmek için anne adayının tiroit fonksiyonlarını normal değerlerde tutmak önemli. Bozuk tiroit fonksiyonu tüp bebek tedavisini başarısızlıkla sonuçlandırabilir” uyarısında bulundu.

Şatıroğlu, tiroit rahatsızlığı olan anne adaylarının hamile kalmaya karar vermeden önce mutlaka tedavi sürecinden geçmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=53603&cat=220&dt=2008/01/31

Zayıflamanın 8 yolu

Asıl sorun kilolu olduğunuzu fark edip artık bir şeyler yapmaya karar verdikten sonra başlıyor. Diyelim ideal kilonuzu buldunuz ve bu kiloya inmek veya hep aynı durumda kalmak istiyorsunuz ama çok azımız bunu gerçekten becerebiliyor. Ancak bir başka nokta daha var, fazla yememize sebep olan dış faktörler… Bunlar da en az iştahımız kadar rol oynuyor. Gıdaların sunuluş şekli, porsiyonlar, paket boyları, tabak boyları hep istediğimizden fazla yememize sebep oluyor. Eğer sadece acıktığımız zaman yesek ve doyduğumuzda durabilsek obezite sorunu kalmazdı. Uzmanlar bu tür fazla yemeyi tetikleyen faktörlerin farkında olmanızı öneriyor. Diyet yapmamızı sabote eden bu dış faktörleri bilirsek onlara karşı koymamız mümkün olacaktır.

Kokular sizi çeker
Fazla kalori ve fazla kilo almamıza sebep olan 8 neden var. Bunları hayatınızdan çıkartarak ya da bunlara karşı önlem alarak çok daha formda olabilirsiniz.
1. Görüntü, ses ve kokular: Kızartılan sucuk kokusu, ızgaranın veya patlamış mısır makinesinin sesi veya sınırsız gıda reklamları aşırı yemeğe neden olabilir. Kokular sizi çeker.
2. Farkında olmadan yemek: Televizyon, sinema, bilgisayar veya kitap okumak gibi herhangi bir şeyle meşgulken ağza devamlı bir şeyler götürülür. Yemek dışında başka şeylerle uğraşmak, o anda yediğinize dikkat etmeyeceğinizden fazla yemenize yol açar. Sadece yemeğe konsantre olursanız, daha iyi tat ve keyif alır ve daha çabuk doyarsınız. Yemek duyularınıza dokunmalıdır, sadece ağızı ve mideyi doldurmak yetmez.
3. Her yerde yenilecek bir şeyler bulunması: Metroda, benzin istasyonlarında, her yerde yenilecek bir şey bulmak mümkün. Yemek gözümüzün önünde ise daha çok yiyoruz. Otomatlardan, çekmecedeki şeker ve çikolatalardan uzak durun.

Fast-Food’u unutun
4. Fast-food restoranlar: Ucuz, hızlı ve kolay erişilebilir bu tür yerler daha çok yemeği teşvik ediyorlar. Fast-food yemenin bir zararı da şu; bir süre sonra bütün tatlar karışıyor ve yavanlaşıyor. Arada aradığınız tadı bulmak için de daha fazla yemeniz gerekiyor. Bu tür yerlere haftada bir kereden fazla gitmeyin ve gittiğinizde tavuk ve salata çeşitlerini tercih etmeyi deneyin.
5. Porsiyon boyutları: Restoran veya marketlerde, porsiyon miktarları giderek arttırılıyor ve bu normal porsiyonmuş gibi algılanıp, tüketiliyor. İhtiyacınızı siz belirleyin. Önünüze konulan miktara göre yemek yemeyin.
6. Dev paket boyları ve ambalajlar: Büyük boy ürünler indirimli veya fiyat avantajlı gibi sunuluyor. Biz de onları satın alıyor ve daha çok yemiş oluyoruz. İlginç bir araştırma sonucuna göre; eğer büyük bir paketten yerseniz, küçük boylara göre yarı yarıya daha çok yiyorsunuz! Öncelikle istirahat ederken, televizyon karşısında veya otururken bir şeyler yeme alışkanlığını terk edin. Böyle zamanlarda çayı tercih edin. Paketten yemek yerine, bir kaba koyarak, ölçerek yiyin.
7. Tabak boyları: Eğer büyük boy tabak kullanırsanız daha çok yersiniz. Halbuki küçük boy mutfak eşyası kullanmak hem daha çok göz doyuruyor, hem de daha yavaş yemeğe yol açıyor.
8. Yemek çeşitliliği ve açık büfeler: Eğer fazla seçeneğiniz varsa, elinizde olmadan bu seçeneklerin hepsini tatma eğilimine girersiniz. Çeşitlilik elbette ki iyidir ancak seçimleriniz sağlıklı gıdalardan oluşmalıdır. Sebze, meyve, az yağlı süt ürünleri, tahıllar ve kepekli ürünler her zaman bu sağlıklı seçenekler arasında yer alacak olan başlıca gıdalardır.

Dr.Metin Okucu- Sabah

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=56764&cat=220&dt=2008/02/20